Merhabaaa,
Mutlu keçi Konya'dan bildiriyor. Burada havalar serin ve yağmurlu. Karasal iklime sahip bir yer olduğundan yağmur görmek şaşırttı. İzmir yağmurlarının yanından geçemez tabi ki. Yolculuğumuz çok olaylı geçti bu arada. Kontur isimli bir otobüs firmasıyla gelmek zorunda kaldık. Otobüs de arızalıymış. Yolda 3 kere stop etti. Yağmur, fırtına hatta bir ara halüsinasyon görmediysem karlar içerisinden çıkıp geldik. Sonra tramvay yolu kapalı olduğundan mecburen taksi ile gelmek zorunda kaldık eve ve kazıklandık. Konya'da 2. kez taksiye bindim. Çok uyanıklar ya görmeniz lazım. Bomboş caddede yavaşça giden taksiyi uyardığımda burada radar var dedi ama radar olması çok mümkün görünmeyen bir caddeydi. Yabancı olduğunuzu anlayınca uyanıklık yapıyorlar baya. Zorunda kalmadıkça Konya'da taksiye binmeyin sakın! Neyse efenim kardeşimi görür görmez tüm sıkıntılarım geçti tabi ki. 2 gündür buradayız ve çok mutluyum. İstanbul'dan sonra kafam dinlendi resmen. Henüz dışarı çıkmadık ama hafta sonu bir yerlere gideriz mutlaka. Özellikle Havzan'da etli ekmek yemeden olmaz. Annem de çok merak ediyor hiç yemedi çünkü şimdiye kadar. Ben bayılıyorum etli ekmeğe. Dünden beri sürekli sohbet ediyoruz. Kardeşim bir süredir işi nedeniyle yurt dışındaydı ve pek konuşamadık. O yüzden konuşacak şeyler birikmişti baya. Kız kardeş gibisi yok cidden. Kardeşlerin değerini bilelim. :) Bu arada fotoğraf makinesinden fotoğraf atamıyorum şu an. O yüzden görselsiz bir paylaşım olacak malesef. Ama hafta sonundan sonra bol görselli bir yazı yazarım diye umuyorum. He bir de asıl yazıyı yazma nedenim bloğumun temasıyla oynadım azcık. Ufak tefek değişiklikler yaptım. Umarım beğenmişsinizdir. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Sevgiler! (:
31 Ekim 2014
29 Ekim 2014
İstanbul Günlüğü
14 Ekim 2014
Sürprizli bir gün ve Book Challenge (Final)
Merhabaaa, 3 gündür ertelediğim kitap meydan okuması etkinliğinin sorularına son gününde 3'ü bir arada güzel bir kapanış yapmak istiyorum. Öncelikle zihnin arka sokaklarına böyle bir etkinlik gerçekleştirdiği için teşekkür ediyorum. Bir sürü yeni kitap not ettim, yeni bloglarla tanıştım. Çok az okuduğumu ve daha çok okumam gerektiğini farkettim. Benim için hem eğlenceli hem faydalı bir süreç oldu kısacası. Keşke birileri bunun sinema versiyonunu da yapsa diyip kenarı çekiliyorum. :)
Ve işte book challenge'ın son soruları:
28. Gün: En sevdiğiniz kitap ismi?
Bu soruda acaba illaki okuduğumuz kitapları mı baz almalıyız bilemedim. Okumadığım kitaplar arasında da çok güzel isimler var çünkü. Ama ben cevap olarak şu an okuduğum Ercan Kesal'in Peri Gazozu kitabını söylemek istiyorum. Çok güzel bir ismi var ve yazarın hayatından kesitler sunan ufak ufak bölümlerden oluşuyor. Kitap bir o kadar dokunaklı bu arada yani şimdiye kadarki kısmı öyle en azından. Bu arada Ercan Kesal'in başarılı bir doktor, oyuncu, senarist ve yazar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu kadar yeteneği bir arada barındırması hayranlık verici.
29. Gün: Herkesin nefret ettiği ama sizin bayıldığınız bir kitap?
Aklıma hiçbir cevap gelmedi. Öyle bir kitap okumamışım demek ki. Ama lisede V.C. Andrews'in Çatı serisini sabahlara kadar okurken herkes bunu çok saçma bulurdu. Ben tabi ki önemsemezdim. :)
30. Gün: En sevdiğiniz kitap?
Bu soru için aklımda birçok yanıt var. Ama Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kadar popüler olmamış, göz ardı edilmiş kitaplarından biri, İçimizdeki Şeytan benim en sevdiğim kitaplar arasında üst sıralarda yer alıyor. Buradaki karakterlerin gerçekçiliğini çok sevmiştim. İçerisinde benim de hem fikir olduğum bolca saptama vardı hayata dair. İşte onlardan bazıları:
Ve işte book challenge'ın son soruları:
28. Gün: En sevdiğiniz kitap ismi?
Bu soruda acaba illaki okuduğumuz kitapları mı baz almalıyız bilemedim. Okumadığım kitaplar arasında da çok güzel isimler var çünkü. Ama ben cevap olarak şu an okuduğum Ercan Kesal'in Peri Gazozu kitabını söylemek istiyorum. Çok güzel bir ismi var ve yazarın hayatından kesitler sunan ufak ufak bölümlerden oluşuyor. Kitap bir o kadar dokunaklı bu arada yani şimdiye kadarki kısmı öyle en azından. Bu arada Ercan Kesal'in başarılı bir doktor, oyuncu, senarist ve yazar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu kadar yeteneği bir arada barındırması hayranlık verici.
29. Gün: Herkesin nefret ettiği ama sizin bayıldığınız bir kitap?
Aklıma hiçbir cevap gelmedi. Öyle bir kitap okumamışım demek ki. Ama lisede V.C. Andrews'in Çatı serisini sabahlara kadar okurken herkes bunu çok saçma bulurdu. Ben tabi ki önemsemezdim. :)
30. Gün: En sevdiğiniz kitap?
Bu soru için aklımda birçok yanıt var. Ama Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kadar popüler olmamış, göz ardı edilmiş kitaplarından biri, İçimizdeki Şeytan benim en sevdiğim kitaplar arasında üst sıralarda yer alıyor. Buradaki karakterlerin gerçekçiliğini çok sevmiştim. İçerisinde benim de hem fikir olduğum bolca saptama vardı hayata dair. İşte onlardan bazıları:
13 Ekim 2014
İzledim: Le herisson (The hedgehog)
Film: Le Herisson
Yapım: Fransız, 2009
Yönetmen: Mona Achache
Imdb: 7,4
Son zamanlarda izlediğim en naif, en tatlı filmlerden biri. Filmde 3 ana karakter var. Paloma, Renee ve Kakuro Ozu. Paloma 11 yaşında ama büyümüşte küçülmüş bir burjuva kızı. Her şeyin farkında, hayatın sırrını çözmüş edalarında dolaşıyor. Filmde zaten onun şu monoloğu ile başlıyor.
"Benim adım Paloma. Yaşım 11. Paris’te Emmanuel sokak 2 numarada lüks bir dairede yaşıyorum. Annem babam zengin; ailem zengin; dolayısıyla ablam ve ben de zenginiz. Ama buna rağmen, bütün bu şans ve zenginliğe rağmen uzun zamandır farkındayım ki gittiğim yolun sonu bir akvaryum. Öyle bir dünya ki, bütün yetişkinler, araba camına çarpan sinekler gibi. Ama bir şeyden eminim. Bu akvaryum, bana göre değil. Kararımı verdim. Bu senemi de doldurduğumda, 12. yaş günümde, 16 Haziran'da, tam 165 gün sonra, kendimi öldüreceğim. Kendimi öldürmem, bunu çürüyen bir sebze gibi yapacağım anlamına gelmiyor. Öldüğünüzde, önemli olan ölümün kendisi değil. Önemli olan o anda ne yaptığınız."
İntihar kararını aldıktan sonra babasının ona verdiği eski bir kamerayla çevresinde yaşananları-absürtlükleri- kaydetmeye başlıyor. Tüm karakterler nev-i şahsına münhasır tipler. O yüzden izlerken çok keyifli dakikalar geçiriyorsunuz. Oyunculuklar da gayet başarılı.
Renee ise 5 katlı bu lüks dairenin kapıcısı rolünde. Görünürde hayattan bezmiş, silik, kimseyle konuşmayan, asık suratlı ve huysuz bir ihtiyar kıvamında. Kimse de onu pek önemsemiyor. Ta ki apartmana yeni taşınan komşuları Kakuro Ozu'ya kadar. İnsanları tanıyabilmek için onlara iyi bakmak ya da çok sevdiğim yazar Panait Istrati'nin de dediği gibi "sevmek" gerekir. Sevmediğiniz insanları tanımak için uğraşmazsınız çünkü. İşte Kakuro da Renee'nin sadece kendine sakladığı, kimsenin bilmediği güzel yönlerini açığa çıkarıyor. Paloma ise kamerasıyla hayatın ne kadar çekilmez olduğunu kaydettiği sıralarda Renee'yi daha yakından tanıma fırsatı buluyor.
Kakuro da 50'li yaşlarında hoş giyimli, kültürlü ve çevresindeki güzellikleri gören, onlara değer veren sevimli bir tip. Ayrıca kendileri Japon efenim. Bu karakteri çok sevdim, çok insancıl. Doğu kültürünün batı kültüründen farkına da bolca göndermeler yapılmış bu karakter sayesinde.
İşte film bu 3 karakterin etrafında hayat ve ölüm üzerine güzel diyaloglar barındıran bir seyirlik sunuyor. Epey sürpriz bir sonla da bitiyor. Ağlamadım desem yalan olur. Bu arada Türkçe'ye Yaşamaya Değer ismiyle çevrilmiş ancak Fransızca da herisson "kirpi" anlamına geliyormuş. Zaten filmde de epey geçiyor kirpi lafı. Ayrıca unutmadan söyleyeyim film bir kitap uyarlaması. Muriel Barbery'nin L'Elegance Du Herisson isimli kitabından uyarlanmış. Türkiye'de Kirpinin Zarafeti ismiyle basılmış. Henüz okumadım ama en kısa zamandan okumak istiyorum.
Buradan sonrası spoiler olabilir.
Filmden bazı replikler;
"Eğer hiçbir şeyin bir anlamı yoksa bununla başa çıkmanın bir yolu olmalı."
"Akvaryumdaki balık olma."
"Kedi dışarı çıkması. Kapıcı içeri girmesin."
"-Lütfen yarın akşam yemeğine misafirim olun. Fazla abartılı bir şey olmayacak, sadece bir komşu ziyareti.
+Komşu mu? Ama ben kapıcıyım.
-Bir insanın birden fazla vasfı olabilir."
Trailer;
Not: Bu filmi imdb'de içinde kitap-edebiyat olan filmler gibi bir listede buldum. İnternette bu tarz başka listelerde var. Yakın zamanda içlerinden izlemeyi planladıklarımın bir listesini yapıp burada paylaşacağım. Takipte kalın ve bu güzel filmi mutlaka izleyin! (:
12 Ekim 2014
Pazar Günü Keşifleri
En sevdiğim şeylerden biri yepyeni, el değmemiş bir blog bulmak ve tüm yazıları okumaya çalışmak. :) Bu sayede yeni şeyler keşfediyorum tabi ki. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Geçen sene yaptığım bir kitap ayracı. İlk denemem. :) |
10marifet.org'u biliyorsunuzdur orası sayesinde şirin şirin el işi şeyler öğreniyorum. Yapmasam da hevesleniyorum yeni şeyler yapmak için. Bu konuda çok yetenekli olmasam da kesip biçmek, kağıtlar, renkli şeyler, kartonlar, keçeler, dekoratif şeyler beni inanılmaz mutlu ediyor. Bir tek örgü işine uzağım, birkaç denemeden sonra o kadar sabırlı bir insan olmadığıma karar verdim. :)
Neyse efenim, dün sitelerde dolaşırken yine postcrossing sitesine düştü yolum. "Ya ben neden bunu yapmıyorum ki?" dedim. Üye oldum, kendimi anlatan bir şeyler yazdım. Sevdiğim şeyleri filan. Sonra kartpostal göndermek için sitenin bana önerdiği kişiler oldu. Almanya'dan Amerika'ya, Çin'e kadar geniş bir coğrafyada seçenekler sundu. Sırayla göndereceğim hepsine. O aşamada siteyle ilgili daha detaylı bir yazıyı buraya yazacağım elbette. Özellikle bana gelen kartpostallarda havaya uçmam olası. Çok seviyorum ben böyle şeyleri. Mektup, kartpostal, tebrik kartları.. Bizim ülkemizde böyle bir şey yok maalesef. Ama yurt dışına çıktığınızda tüm marketlerde doğum günü, yılbaşı, tebrik kartları, kartpostallar görüyorsunuz. Özel günlerde herkes sevdiklerine kart atıyor. Ne güzel. Böyle incelikli şeylere biz de sahip olsak keşke. Ya da çiçekçiler. Neyse konu farklı yerlere gitmeden toparlayayım. İşte ben de bu siteye üye oldum ve yakın zamanda kartpostallarımı hazırlayıp göndermeye başlayacağım. Kartpostal seçimi konusunda düşünürken kendi fotoğraflarımı ya da sevdiğim fotoğrafları kartpostal haline getirip getiremeyeceğim konusunda ufak bir araştırma yaptım. Postick denilen bir şey keşfettim. Sitede detaylı olarak anlatılıyor. Şuradan bakabilirsiniz. Bu stickerları istediğiniz fotoğrafın arkasına yapıştırıyorsunuz ve ortaya özgün bir şey çıkıyor. 50 tanesi 17 dolar gibi bir şey. Ancak yurt dışından sipariş ediliyor sadece. Belki kendimiz de yapabiliriz böyle bir şeyi üzerine düşünüyorum hala. :) Çok yaratıcı bir fikir, sevdim epey.
İlk keşfim bu oldu.
kaynak |
Diğer bir keşfim isee, sonbahara ve yağmura en yakışan şeyin yani kahvenin yanında dinlenebilecek güzel müzikleri barındıran coffeeplaylist sitesi oldu. İçeriği basit, kullanımı kolay. Yeni şarkılar da keşfedebilirsiniz hem . Tavsiye ederim. :)
Bugünlük bu kadar.
Sevgiler! (:
11 Ekim 2014
Şaşırtıcı Bir Son - Katya'nın Yazı (27)
Book Challenge etkinliğinin 27. gününde sorumuz "En beklenmedik sona sahip kitap?"
Katya'nın Yazı bu anlamda benim için öne çıkan bir kitap. Olay örgüsü, kurgusu ve müthiş finaliyle sizi iyice affalatıyor. Hatta sonunda doğru mu anladım ki, nasıl yani diyerek aynı satırları tekrar tekrar okuyabilirsiniz. Son 10 sayfayı evirip çevirdiğimi hatırlıyorum okuduktan sonra bir süre. :) Hakkında daha detaylı bir yazıyı önceden yazmıştım. Dileyen bakabilir şuradan.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim. Şu aralar elimdeki kitabı bitirip yeni bir kitaba başlamak için sabırsızlanıyorum ama bir kitap bu kadar ilerlemez yani. Salinger'in en zorlayan kitabı oldu Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar-Seymour Bir Giriş. :(
10 Ekim 2014
Ah şu dişler! + KMO (26)
Bugün sonunda beklenen operasyon gerçekleşti. 2 adet dişime dolgu yapıldı. Bir süre yarı uyuşuk bir yüzle robot gibi konuşarak dolaştım. Çok korkunç bir his. Kulağıma kadar uyuşmuştu yüzümün sağ tarafı. Dolgulardan biri de 20'lik dişime yapıldı. Çekilmemesine sevindim. Haftaya yine dolgular var artı bir 20'lik diş çekimi. En çok ondan korkuyorum. :(
Bu arada kitap meydan okuması etkinliğinde sona yaklaşıyoruz artık.
26. günün sorusu ise: Sizin bir konudaki düşüncelerinizi değiştiren bir kitap?
Şimdi buna ne desem bilemiyorum her kitap okuduktan sonra ben de farklı hisler uyandırıyor. Az ya da çok bir değişime yol açıyor. Ama farklı bir açıdan yaklaşarak şöyle bir cevap verebilirim. Normalde öykü türündeki kitapları okumayı çok sevmeyen biriyim. Ama Salinger'ın Dokuz Öykü isimli kitabı ve son okuduğum Baharda Yine Geliriz isimli Barış Bıçakçı kitabıyla birlikte sevebilirmişim gibi hissetmeye başladım. Ve en önemlisi öykünün o kendine has akışına alıştım. Okunacak onlarca başarılı öykü yazarı var biliyorum. Kitaplığımdaki Sait Faik ve Cemil Kavukçu kitaplarıyla bakışıyoruz mesela şu an. Denemelere devam! :)
9 Ekim 2014
Güzel Eylül'den Hatırda Kalanlar (kamp, filmler, kivi)
Kitap meydan okuması etkinliği dışında pek yazı yazmıyorum uzun süredir buraya. Her gün blog yazan biri olmadığımdan şu anki etkinlik bile benim için enteresan bir şey. Bu arada diğer yazıları ihmal ettim tabi. Mesela kamp yazısı ile ilgili görseller paylaşacaktım yalan oldu biraz ama şöyle bir yerdeydik diyip birkaç fotoğraf gösteriyim sizlere. :)
Kamp yapmak çok zevkli bir şeymiş. Hem ucuz, hem doğayla iç içe. Biraz sırt ağrısı olabilir ama o da işin cilvesi diyelim. :) Biliyorsunuz ki tüm yaz sınavlarla uğraştım. Sınavlar biter bitmez de böyle bir tatile gittik Ağustos sonu. Eylül nasıl geçti, neler oldu bilmiyorum. Çok çabuk geçti kesinlikle.
Hatırda kalanlar;
Eylül ayı içerisinde ne izledim, ne okudum?
Kitaplar açısından pek iç açıcı bir ay olmadı maalesef. Sadece tek bir kitap okumuşum o da Barış Bıçakçı'nın Baharda Yine Geliriz isimli kitabı. Detaylı bir yazıyı daha sonra yazacağım.
Neler izledim peki bu bir ay boyunca:
- Loft (imdb: 7,5)
5 ana karakterin etrafında dönen bir hikaye. Evli ve başarılı 5 erkeğin eşlerini aldatmak için buldukları bir yöntem vardır. Mimar olan karakterimizin inşa ettiği gizli bir çatı katı. Burayı kimseye yakalanmadan ve çekinmeden özgürce kullanabileceklerdir. Bir gün bu çatı katında ölü bir kadın cesedi bulurlar. Ve hepsi birbirini suçlamaya başlar. Film boyunca asıl katilin kim olduğunu öğrenmeye çalışıyorsunuz. Oyunculuklar da gayet başarılı. Heyecanlı ve gizemli bir film arayışında olanlara tavsiye edilir.
- Incendies (imdb: 8,2)
Son zamanlarda izlediğim en etkileyici film kesinlikle. Konusu oldukça dramatik. Oyunculuklar harikulade. İzlerken tüyleriniz diken diken oluyor, bu kadarı da olamaz diye isyan ediyorsunuz. Hele sonunda öyle bir finali var ki yani hiç hiç beklemediğiniz bir şekilde bitiyor. Konusu ise kısaca şöyle Fransa'da yaşayan Lübnan'lı bir kadının ölümü üzerine çocuklarına vasiyeti okunur. Vasiyette abilerini ve babalarını bulup bıraktığı mektupları onlara vermelerini istemiştir anneleri. Daha önce abileri ya da babalarıyla ilgili hiçbir şey bilmeyen bu 2 genç bir bilinmezliğe doğru yol alırlar ve Lübnan'a giderler. Bu sırada annelerinin gençliğinden bu yana yaşadığı korkunç olayları izleriz. Yani film geçmişle şimdiki zaman arasında gidip geliyor. Dönemin siyasi koşulları, dini çatışmalar, savaş, bir kadının özgürlüğe uçuşu.. ve daha birçok noktaya temas eden sarsıcı bir film. Mutlaka izleyin.
-AngelA (imdb: 7,1)
Siyah beyaz 2005 yapımı bir Fransız filmi. Hem eğlenceli, hem dramatik ama izlemesi keyifli bir film. Çok da uzun olmadığı için nasıl bitiyor anlamıyorsunuz. Başroldeki karakterimizin başı çetelerle, borçlandığı adamlarla derttedir. İyice köşeye sıkışır, ne yapacağını bilemez ve intihar etmeye karar verir. Tam köprüden atlayacağı sırada genç ve oldukça güzel bir kız kendini sulara bırakır. O da kızı kurtarmak için suya atlar. Sonrasında hayatında bambaşka şeyler olmaya başlar. Birden bire karşısına çıkan ve intihar etmesini engelleyen bu güzel kız bir melek olabilir mi dersiniz? Modern ve güzel bir yorumlamayla farklı bir atmosfer yaratmış filmin yönetmeni. Tavsiye ederim efem.
- Julie&Julia (imdb: 7,0)
Julie ve Julia feel good movie kategorisinde izlenebilecek oldukça sevimli bir film. Epey de iştah açıcı. Aç karnına ve özellikle geceleyin izlememenizi tavsiye ederim. Julie işinden memnun olmayan, başarısız yazarlık denemeleri olmuş bir kadındır. Julia ise aşçılık alanında büyük ün yapmış Fransız yemeklerini Amerikan yemeklerine uyarlayarak çıkardığı kitaplarıyla büyük kitlelere ulaşmış biridir. Julie de büyük bir hayranıdır kendisinin. Her işi yarım bırakan ve bundan çok yakınan karakterimiz bir karar alır ve belirli bir süre boyunca her gün Julia'nın bir tarifini yaparak bloğuna yazmaya karar verir. Film de işte bu süreci anlatıyor. Bu film bana yemek yapmanın ne denli haz verici bir şey olduğunu gösterdi ve ne yapıyorsak yapalım yaptığımız şeyden zevk almamız gerektiğini. Ayrıca Julie blog yazarken ay blog yazmak çok güzel diye düşündüm. Ayrıca Meryl Streep sen ne kadar harika bir oyuncusun!!
Dip not: Film gerçek bir hikayeden uyarlama. Yani 2 karakter de tamamen gerçek. Julia Child'ın kitabı The Art of French Cooking. Merak edenler bulup tariflerini deneyebilir hemen. :)
Evet filmlerin yanı sıra Friends keyfi hala devam ediyor. 9 sezona geçmiş bulunmaktayım. İzlediğim en uzun soluklu dizi oldu. Çok seviyom! ^.^
Şirintoş çadırımız, Gökova orman kampı |
kalp, kalp :) |
Azmak deresi, Akyaka |
Hatırda kalanlar;
Odamda ufak tefek değişiklikler yaptım. |
Cafe del mundo'da limonata eşliğinde arkadaşlarımla sohbet ettik, eğlendik. |
Kivitoşun hastalıklarıyla uğraştık. Günlerce evle veteriner arasında mekik dokudum. Çok zor bir süreçti. |
Eylül ayı içerisinde ne izledim, ne okudum?
Kitaplar açısından pek iç açıcı bir ay olmadı maalesef. Sadece tek bir kitap okumuşum o da Barış Bıçakçı'nın Baharda Yine Geliriz isimli kitabı. Detaylı bir yazıyı daha sonra yazacağım.
Neler izledim peki bu bir ay boyunca:
- Loft (imdb: 7,5)
5 ana karakterin etrafında dönen bir hikaye. Evli ve başarılı 5 erkeğin eşlerini aldatmak için buldukları bir yöntem vardır. Mimar olan karakterimizin inşa ettiği gizli bir çatı katı. Burayı kimseye yakalanmadan ve çekinmeden özgürce kullanabileceklerdir. Bir gün bu çatı katında ölü bir kadın cesedi bulurlar. Ve hepsi birbirini suçlamaya başlar. Film boyunca asıl katilin kim olduğunu öğrenmeye çalışıyorsunuz. Oyunculuklar da gayet başarılı. Heyecanlı ve gizemli bir film arayışında olanlara tavsiye edilir.
- Incendies (imdb: 8,2)
Son zamanlarda izlediğim en etkileyici film kesinlikle. Konusu oldukça dramatik. Oyunculuklar harikulade. İzlerken tüyleriniz diken diken oluyor, bu kadarı da olamaz diye isyan ediyorsunuz. Hele sonunda öyle bir finali var ki yani hiç hiç beklemediğiniz bir şekilde bitiyor. Konusu ise kısaca şöyle Fransa'da yaşayan Lübnan'lı bir kadının ölümü üzerine çocuklarına vasiyeti okunur. Vasiyette abilerini ve babalarını bulup bıraktığı mektupları onlara vermelerini istemiştir anneleri. Daha önce abileri ya da babalarıyla ilgili hiçbir şey bilmeyen bu 2 genç bir bilinmezliğe doğru yol alırlar ve Lübnan'a giderler. Bu sırada annelerinin gençliğinden bu yana yaşadığı korkunç olayları izleriz. Yani film geçmişle şimdiki zaman arasında gidip geliyor. Dönemin siyasi koşulları, dini çatışmalar, savaş, bir kadının özgürlüğe uçuşu.. ve daha birçok noktaya temas eden sarsıcı bir film. Mutlaka izleyin.
-AngelA (imdb: 7,1)
Siyah beyaz 2005 yapımı bir Fransız filmi. Hem eğlenceli, hem dramatik ama izlemesi keyifli bir film. Çok da uzun olmadığı için nasıl bitiyor anlamıyorsunuz. Başroldeki karakterimizin başı çetelerle, borçlandığı adamlarla derttedir. İyice köşeye sıkışır, ne yapacağını bilemez ve intihar etmeye karar verir. Tam köprüden atlayacağı sırada genç ve oldukça güzel bir kız kendini sulara bırakır. O da kızı kurtarmak için suya atlar. Sonrasında hayatında bambaşka şeyler olmaya başlar. Birden bire karşısına çıkan ve intihar etmesini engelleyen bu güzel kız bir melek olabilir mi dersiniz? Modern ve güzel bir yorumlamayla farklı bir atmosfer yaratmış filmin yönetmeni. Tavsiye ederim efem.
- Julie&Julia (imdb: 7,0)
Julie ve Julia feel good movie kategorisinde izlenebilecek oldukça sevimli bir film. Epey de iştah açıcı. Aç karnına ve özellikle geceleyin izlememenizi tavsiye ederim. Julie işinden memnun olmayan, başarısız yazarlık denemeleri olmuş bir kadındır. Julia ise aşçılık alanında büyük ün yapmış Fransız yemeklerini Amerikan yemeklerine uyarlayarak çıkardığı kitaplarıyla büyük kitlelere ulaşmış biridir. Julie de büyük bir hayranıdır kendisinin. Her işi yarım bırakan ve bundan çok yakınan karakterimiz bir karar alır ve belirli bir süre boyunca her gün Julia'nın bir tarifini yaparak bloğuna yazmaya karar verir. Film de işte bu süreci anlatıyor. Bu film bana yemek yapmanın ne denli haz verici bir şey olduğunu gösterdi ve ne yapıyorsak yapalım yaptığımız şeyden zevk almamız gerektiğini. Ayrıca Julie blog yazarken ay blog yazmak çok güzel diye düşündüm. Ayrıca Meryl Streep sen ne kadar harika bir oyuncusun!!
Dip not: Film gerçek bir hikayeden uyarlama. Yani 2 karakter de tamamen gerçek. Julia Child'ın kitabı The Art of French Cooking. Merak edenler bulup tariflerini deneyebilir hemen. :)
Evet filmlerin yanı sıra Friends keyfi hala devam ediyor. 9 sezona geçmiş bulunmaktayım. İzlediğim en uzun soluklu dizi oldu. Çok seviyom! ^.^
Book Challenge - 25. Gün
Kendinizi bağdaştırdığınız bir kitap kahramanı?
Küçük Kara Balık! Neden bilmiyorum ama her zaman meraklı biri oldum. Hep daha ötesini merak ettim ve sonunu düşünmemeye çalıştım. Kabuğunu kırmak lazım her zaman hayatta. Hep ileriye bakmak lazım diye düşünüyorum. Hüzünlü biten masalları sevmiyorum ama küçük kara balık sevgi dolu minik kalbiyle hep içimde bir yerlerde olacak.
8 Ekim 2014
Book Challenge 22. 23. 24. Gün ve Bitmeyen diş ağrıları
Çocukluğumdan beri hiçbir şeyden çekmedim şu dişlerimden çektiğim kadar!!! Yani gerçekten neden bu kadar şanssızım, allahım neydi benim günahım demek istiyorum. Epey dolgum var, bunun yanı sıra 2 tane dişimi çektirdim saçma bir şekilde. Şimdi keşke kanal tedavisi yaptırsaydım diyorum. 20'lik dişlerim çıktı ve çürümeye başladı bile. Bir tanesinin çekilmesi gerekiyor ve sinire çok yakın bir yerde olduğu için zor bir operasyon olacak. Bunlar yetmiyormuş gibi bir süredir dolgu yapılmış dişlerim ağrıyor. Dün gecede eve gelir gelmez şiddetli bir ağrı başladı. Tüm gece ne yaptıysam geçmedi. En son buz koyarak azcık dindirmeye çalışırken acıyı, bünyem uykusuzluğa daha fazla dayanamadı ve sabaha karşı 7 gibi uyudum. Gün içinde de hafif şiddetli ağrılar devam etti. Gülümsemeyi çok seven biriyim, güldüğüm zaman da baya ağız dolusu gülerim hani şu "32 dişin görünmesi" şeklinde tabir edilen cinsten. Genelde de dişlerimi çok beğenir insanlar. Ama gelin görün ki hiç sağlıklı değiller. Bu kadar çabuk çürüdükleri için çok üzülüyorum. Dişlerimi ne kadar fırçalasam da iyi bakmıyorum aslında örneğin asitli içecekleri çok fazla tüketiyorum. Yarın diş doktoruyla randevum var. Şimdiden bana şans dileyin. Çünkü çok korkuyorum. Umarım az acılı bir tedavi süreci olur. :(
Kitap meydan okuması etkinliğinde sona yaklaşırken aksattığım günlerle beraber son 3 günün yanıtlarını şimdi yazmak istiyorum.
22. günün sorusu: Sizi ağlatan bir kitap?
Aklıma direkt tek bir yanıt geldi. O da Şeker Portakalı! Bazen bir kitabı okurken gözleriniz nemlenir, hüzünlenirsiniz, boğazınız düğümlenir filan ya ben bu kitabı okurken -ayıptır söylemesi- bildiğiniz salya sümük ağladım. İçinde çocuk karakterler barındıran, dünyayı çocukların gözünden anlatan kitapları da filmleri de çok seviyorum. Bu kitap da beni inanılmaz etkiledi. Ah Zeze, ah! Bu arada Şeker Portakalı'nın filme de uyarlandığını biliyor muydunuz? Ben henüz izlemedim ama izlenecekler listemde yerini aldı.
23. günün sorusu: Uzun zamandır okumak isteyip de alamadığınız bir kitap?
Ben uzun zamandır Tomris Uyar kitapları okumak istiyorum. Çok duyduğum ama hiç okumadığım bir yazar kendisi. Bir de şiir dünyasının 3 ası Cemal Süreya, Edip Cansever ve Turgut Uyar'ın aşık oldukları kadın olduğunu bildikçe iyice merak uyandırıyor benim için.
24. günün sorusu: Daha fazla insanın okumasını istediğiniz bir kitap?
Mihail(Arkadaş)- Panait Istrati demek istiyorum. Bu kitabı kardeşim tavsiye etmişti ve daha önce hiç duymadığım bir yazardı. İnce bir kitaptı. Elime alıp okumaya başladım ve o gün bitirdim, bolca da altını çizdim satırların. Bu kadar naif, bu kadar incelikli bir insanla tanışacağımı düşünmemiştim. Dünyanın o kaotik halinden o kadar ayrıydı ki kitap. Unuttuğum dostluk kavramı, gerçek sevgi, ve insanın özüne dönüşünü çok iyi yansıtıyordu. Bu yazarı keşfettiğimden beri hem herkese önermek istiyorum, hem de bencillik edip kendime saklamak. Bir kaç alıntı yapmadan duramayacağım kitaptan. Mutlaka okuyunuz derim bu arada. Ruhunuza iyi gelecek eminim ki.
"Yazık!" dedi Adrian, üzüntüyle başını öne eğerek. "Bense bir insanı sevebilmek için zamanın hiç önemli olmadığını sanırdım."
"Evet ama birini sevebilmek için ilkin tanımak gerekir."
"Hayır, tam tersi. Birini tanıyabilmek için ilkin onu sevmeli. İlgimizi çeken insanlar, bize kendilerini sevdirir, böylece açılır, onları tanımamıza izin verirler. Bence, gönülleri birbirine yaklaştıran tek şey sevgidir."
"Yoksulluk -yaşamı olanaksız kılan gerçek yoksulluk- benim gibi kılıksız ve pasaklı olmak değildir, sevdiği yaşamı sürdürebilmek için bütün olanaklara sahipken insanca yaşayamayan adamın korkunç durumudur."
"..ve ancak şu anda, bu gölcüğe kendi vahşi güzelliğinden ötürü hayran kaldığım, bir kitabı kendi gerçek değerinden dolayı okuduğum, herhangi bir hareketi ya da bir lafı bir güzelin kara kaşı kara gözü ya da bir beyin ince beğenisi için yapıp söylemediğim şu anda duyuyorum, gerçek sevinci."
Kitap meydan okuması etkinliğinde sona yaklaşırken aksattığım günlerle beraber son 3 günün yanıtlarını şimdi yazmak istiyorum.
22. günün sorusu: Sizi ağlatan bir kitap?
Aklıma direkt tek bir yanıt geldi. O da Şeker Portakalı! Bazen bir kitabı okurken gözleriniz nemlenir, hüzünlenirsiniz, boğazınız düğümlenir filan ya ben bu kitabı okurken -ayıptır söylemesi- bildiğiniz salya sümük ağladım. İçinde çocuk karakterler barındıran, dünyayı çocukların gözünden anlatan kitapları da filmleri de çok seviyorum. Bu kitap da beni inanılmaz etkiledi. Ah Zeze, ah! Bu arada Şeker Portakalı'nın filme de uyarlandığını biliyor muydunuz? Ben henüz izlemedim ama izlenecekler listemde yerini aldı.
23. günün sorusu: Uzun zamandır okumak isteyip de alamadığınız bir kitap?
Ben uzun zamandır Tomris Uyar kitapları okumak istiyorum. Çok duyduğum ama hiç okumadığım bir yazar kendisi. Bir de şiir dünyasının 3 ası Cemal Süreya, Edip Cansever ve Turgut Uyar'ın aşık oldukları kadın olduğunu bildikçe iyice merak uyandırıyor benim için.
24. günün sorusu: Daha fazla insanın okumasını istediğiniz bir kitap?
Mihail(Arkadaş)- Panait Istrati demek istiyorum. Bu kitabı kardeşim tavsiye etmişti ve daha önce hiç duymadığım bir yazardı. İnce bir kitaptı. Elime alıp okumaya başladım ve o gün bitirdim, bolca da altını çizdim satırların. Bu kadar naif, bu kadar incelikli bir insanla tanışacağımı düşünmemiştim. Dünyanın o kaotik halinden o kadar ayrıydı ki kitap. Unuttuğum dostluk kavramı, gerçek sevgi, ve insanın özüne dönüşünü çok iyi yansıtıyordu. Bu yazarı keşfettiğimden beri hem herkese önermek istiyorum, hem de bencillik edip kendime saklamak. Bir kaç alıntı yapmadan duramayacağım kitaptan. Mutlaka okuyunuz derim bu arada. Ruhunuza iyi gelecek eminim ki.
"Yazık!" dedi Adrian, üzüntüyle başını öne eğerek. "Bense bir insanı sevebilmek için zamanın hiç önemli olmadığını sanırdım."
"Evet ama birini sevebilmek için ilkin tanımak gerekir."
"Hayır, tam tersi. Birini tanıyabilmek için ilkin onu sevmeli. İlgimizi çeken insanlar, bize kendilerini sevdirir, böylece açılır, onları tanımamıza izin verirler. Bence, gönülleri birbirine yaklaştıran tek şey sevgidir."
"Yoksulluk -yaşamı olanaksız kılan gerçek yoksulluk- benim gibi kılıksız ve pasaklı olmak değildir, sevdiği yaşamı sürdürebilmek için bütün olanaklara sahipken insanca yaşayamayan adamın korkunç durumudur."
"..ve ancak şu anda, bu gölcüğe kendi vahşi güzelliğinden ötürü hayran kaldığım, bir kitabı kendi gerçek değerinden dolayı okuduğum, herhangi bir hareketi ya da bir lafı bir güzelin kara kaşı kara gözü ya da bir beyin ince beğenisi için yapıp söylemediğim şu anda duyuyorum, gerçek sevinci."
5 Ekim 2014
Book Challenge - 21. Gün
Bugünün sorusu: Okuduğunuz ilk roman?
Şimdi düşününce ilk hangisini okumuştum acaba hatırlayamadım ama tahminen ilk okuduğum kitaplardan biri İpek Ongun'un Mektup Arkadaşları kitabı. Mektup Arkadaşları, biri Mersin'in bir köyünde diğeri İstanbul'da yaşayan yaşam tarzları, aile yapıları, alışkanlıkları birbirinden tamamen farklı Nilgün ve Şerife isimlerinde iki kızın mektuplarından oluşuyordu. Ben minik bir kasabada yaşayan kızımızın köy evlerinin o kendine has koca pencerelerinin içerisinde oturarak yazdığı-okuduğu mektup kısımlarına çok özeniyordum.O tip pencerelere ne denir bilemedim. Hani baya geniş olur iç kısmında oturulacak genişlikte bir yer olur. Görmüşsünüzdür kesin. Neyse o zamanlar keşke bizim de öyle bir penceremiz olsa diye hayal ediyordum. Kitaba gelince yer yer hüzünlü de olsa karakterlerin başına eğlenceli şeylerin geldiği okuması zevkli bir kitaptı. Tabi şu an aynı zevkle okur muyum bilemiyorum. :)
4 Ekim 2014
Bayram ve En sevdiğim romantik kitap (20)
Bu bayramlar çok mu çabuk geliyor ne? Oldum olası sevmemişimdir şu dönemi. Tamam sevdiklerinle bir araya gelmek hoş güzel şeyler ama her bayram tekrar tekrar sorulan sorular beni bunaltıyor artık. Şimdiye kadar herkes 'ee ne zaman mezun oluyorsun, senin okul bitmedi mi daha, mezun olunca ne yapacaksın?' derdi, artık yeni gündem 'iş buldun mu, hala mı işsizsin, bence şunu yap, bunu dene, iş mi beğenmiyorsun bakıyım sen, bak ruşen amcanın oğlu sedat ne kadar çalışkan(?) olacak ve ben içimden ya sabır çekerek sakinliğimi koruyama çalışacağım. Keşke biri akrabalarımıza hayatımızın bir tek bizi ilgilendirdiğini ve bu kadar çok burunlarını sokmaya gerek olmadığını anlatabilse. Serzenişlerle başladım ama hepinizin bayramını kutlarım sevgili blogspot ailesi. :) Burayı seviyorum. Bir grup kendi halinde insan özgürce istediği şeyi yazıp çiziyor, kimse kimseyi yargılamıyor, sevdiğimiz insanları takip ederek yazılarını okuyoruz filan iyi ki açmışım bloğumu diyorum o yüzden. Bu arada bir yandan dışarıdan, evimizin bahçe kısmından bıçak bileme sesleri geliyor çok korkunç, kurban bayramını malesef sevemiyorum. Vejeteryan değilim evet ama yine de hayvancıkların o halini gördükçe kalbim sıkışıyor, çok üzülüyorum. Ve ironik olan bugünün yani 4 Ekim'in aynı zamanda Hayvanları Koruma Günü olması. :(
Meydan okuma kısmına gelirsek efenim, aklımda başka bir yanıt vardı ancak ilerleyen sorulara baktığımda başka bir soruya daha bu cevabı vereceğimi gördüm ve o yüzden değiştiriyorum yanıtımı. Bu arada cidden nasıl aklınızda tutuyorsunuz kitapların hikayelerini, karakter isimlerini ya da diğer detayları bilmiyorum. Ben bu konuda çok kötüyüm kitabı bitirdikten kısa süre sonra hafızamda birbirinden kopuk şeyler oluyor sadece ve açıp bir yerlerden hakkında bir şeyler okuyorum anımsamak için. Acaba bu durumu iyileştirmenin bir yolu var mı ne dersiniz? Sinema konusunda bunu pek yaşamıyorum mesela ama kitaplar konusunda balık hafızalıyım. Acaba okuduktan sonra hakkında ufak bir yazı mı yazmalıyım özet gibi unutmamak için? Önerilere açığım.
20. günün sorusu: En sevdiğiniz romantik kitap?
Evet dediğim gibi aklıma ilk gelen cevap yerine başka bir kitap söyleyeceğim burada. Çok uzun zaman önce okuduğum etkileyici ve dramatik bir aşk hikayesinden bahsetmek istiyorum. Aslında bir değil iki. Andre Gide'in Pastoral Senfoni ve Dar kapı isimli romanlarından bahsediyorum.Benim okuduğum basımında ikisi aynı kitapta yer alıyordu. Pastoral Senfoni uzun bir öykü şeklinde idi. Zaten yazarın hepi topu 3 romanı varmış. Bir diğeri de Kalpazanlar ama onu henüz okumadım. Andre Gide'in romanlarının özelliği aşk ve din temalarını bir arada işleyişi ve 'erdem' olgusuna verdiği önem. Özellikle Pastoral Senfoni dini özelliklerini bir kenara atsak hikaye bazında düşünülünce tam bir pembe dizi kıvamında, Yeşilçam filmleri edasında. Konuyu çok net hatırlayamamakla birlikte özetle bir rahibin aşık olmaması gereken birine (kimsesiz kör bir genç kıza) aşık olması ve kendini sorgulayış süreci diyebiliriz. Aslında olayı pembe dizi kıvamına sokan şey aynı genç kıza rahibin oğlunun da aşık olmasıdır. Kızımız gözleri görmediği süreç içerisinde rahiple uzun sohbetler, yürüyüşler yapar hep, rahip ona okumayı, yazmayı, renkleri, sesleri, dünyayı öğretmeye çalışır. Ancak oğlu da kızımıza ilgi duymaktadır. Karısı ise rahiple kızın arasındaki yakınlaşmayı hissederek başlarda iyilik olsun diye kalkıştığı işten dolayı çok pişmanlık duyar ve mutsuz olur. Rahip efendi ise başlarda kabullenmese de ileride duygularının yoğunluğuna katlanamaz. Sonra kızımızın ameliyat olarak gözlerinin görme şansı olabileceğini öğrenirler ve o ameliyat gerçekleşir. Ta-ta-tam! Sonrasını söylemem. :) Ama size de biraz Türk filmlerini anımsattı değil mi? Ben bu hikayeyi sevmiştim. Özellikle rahibin kıza dünyayı öğretmeye çalıştığı sayfalar, betimlemeler, duyguları ile alakalı gel-gitleri, kızımızın saf ve kötülüklerden bir haber iç dünyası filan okuması keyifli satırlardı.
"Gözleri olanlar bakmasını bilmeyenlerdir."
Dar Kapı ise ufak yaşlarda ailesini kaybettiği için dayısı ile yaşamaya başlayan Jerome'nin hikayesini konu alıyor. Yine bir aşk üçgeni var. Jerome çocukluğundan itibaren dayısının en büyük kızı Alissa'ya ilgi duymaya başlar ve büyüdükçe büyük bir aşka dönüşür hisleri. Alissa ise Jerome'ye kardeşi Juliette ile daha uygun olacaklarını söyler. Çünkü Juliette'te bu sıralarda Jerome'yi sevmektedir. Alissa ise aşkı daha çok Tanrı'ya duyulan aşk şeklinde yaşamaktadır ve Jerome'yi uzaktan uzağa sevmemin en doğrusu olacağını düşünür. Kimseyle birlikte olmadan saf ve temiz bir şekilde Tanrı'ya ulaşmak istemektedir. Ama Jerome için bu kabul edilebilir bir şey değildir. Derin acılar içerisinde bulur kendini. Alissa'ya olan hislerinden vazgeçemez. Dramatik bir aşk hikayesi epey. Kitabın sonunda ise Alissa'nın günlüğüne yer veriliyor. Epey dokunaklı bir hikayeydi. Bir şekilde bir araya gelmelerini istiyorsunuz tüm kitap boyunca. Bu kadar erdemli, prensiplerine bağlı ve katı(!) olmalarını kabullenemiyorsunuz ama Andre Gide'in romanlarının özelliği bu sanırım. Aşkı hep farklı bir perspektifte ele alıyor. Ve her iki romanı da maalesef dramatik bir sonla bitiyor. Kimse mutlu olamıyor diyebiliriz.
"Hemen ölmek isterdim; çabuk, yalnız olduğumu tekrar anlamaya vakit bulamadan..."
Bu arada ufak bir not kitapları okurken ve sonrasında bir süre Andre Gide'in hep bir kadın yazar olduğunu düşünmüştüm. Erkek olduğunu öğrenince çok şaşırdım. :)
Meydan okuma kısmına gelirsek efenim, aklımda başka bir yanıt vardı ancak ilerleyen sorulara baktığımda başka bir soruya daha bu cevabı vereceğimi gördüm ve o yüzden değiştiriyorum yanıtımı. Bu arada cidden nasıl aklınızda tutuyorsunuz kitapların hikayelerini, karakter isimlerini ya da diğer detayları bilmiyorum. Ben bu konuda çok kötüyüm kitabı bitirdikten kısa süre sonra hafızamda birbirinden kopuk şeyler oluyor sadece ve açıp bir yerlerden hakkında bir şeyler okuyorum anımsamak için. Acaba bu durumu iyileştirmenin bir yolu var mı ne dersiniz? Sinema konusunda bunu pek yaşamıyorum mesela ama kitaplar konusunda balık hafızalıyım. Acaba okuduktan sonra hakkında ufak bir yazı mı yazmalıyım özet gibi unutmamak için? Önerilere açığım.
20. günün sorusu: En sevdiğiniz romantik kitap?
Evet dediğim gibi aklıma ilk gelen cevap yerine başka bir kitap söyleyeceğim burada. Çok uzun zaman önce okuduğum etkileyici ve dramatik bir aşk hikayesinden bahsetmek istiyorum. Aslında bir değil iki. Andre Gide'in Pastoral Senfoni ve Dar kapı isimli romanlarından bahsediyorum.Benim okuduğum basımında ikisi aynı kitapta yer alıyordu. Pastoral Senfoni uzun bir öykü şeklinde idi. Zaten yazarın hepi topu 3 romanı varmış. Bir diğeri de Kalpazanlar ama onu henüz okumadım. Andre Gide'in romanlarının özelliği aşk ve din temalarını bir arada işleyişi ve 'erdem' olgusuna verdiği önem. Özellikle Pastoral Senfoni dini özelliklerini bir kenara atsak hikaye bazında düşünülünce tam bir pembe dizi kıvamında, Yeşilçam filmleri edasında. Konuyu çok net hatırlayamamakla birlikte özetle bir rahibin aşık olmaması gereken birine (kimsesiz kör bir genç kıza) aşık olması ve kendini sorgulayış süreci diyebiliriz. Aslında olayı pembe dizi kıvamına sokan şey aynı genç kıza rahibin oğlunun da aşık olmasıdır. Kızımız gözleri görmediği süreç içerisinde rahiple uzun sohbetler, yürüyüşler yapar hep, rahip ona okumayı, yazmayı, renkleri, sesleri, dünyayı öğretmeye çalışır. Ancak oğlu da kızımıza ilgi duymaktadır. Karısı ise rahiple kızın arasındaki yakınlaşmayı hissederek başlarda iyilik olsun diye kalkıştığı işten dolayı çok pişmanlık duyar ve mutsuz olur. Rahip efendi ise başlarda kabullenmese de ileride duygularının yoğunluğuna katlanamaz. Sonra kızımızın ameliyat olarak gözlerinin görme şansı olabileceğini öğrenirler ve o ameliyat gerçekleşir. Ta-ta-tam! Sonrasını söylemem. :) Ama size de biraz Türk filmlerini anımsattı değil mi? Ben bu hikayeyi sevmiştim. Özellikle rahibin kıza dünyayı öğretmeye çalıştığı sayfalar, betimlemeler, duyguları ile alakalı gel-gitleri, kızımızın saf ve kötülüklerden bir haber iç dünyası filan okuması keyifli satırlardı.
"Gözleri olanlar bakmasını bilmeyenlerdir."
Dar Kapı ise ufak yaşlarda ailesini kaybettiği için dayısı ile yaşamaya başlayan Jerome'nin hikayesini konu alıyor. Yine bir aşk üçgeni var. Jerome çocukluğundan itibaren dayısının en büyük kızı Alissa'ya ilgi duymaya başlar ve büyüdükçe büyük bir aşka dönüşür hisleri. Alissa ise Jerome'ye kardeşi Juliette ile daha uygun olacaklarını söyler. Çünkü Juliette'te bu sıralarda Jerome'yi sevmektedir. Alissa ise aşkı daha çok Tanrı'ya duyulan aşk şeklinde yaşamaktadır ve Jerome'yi uzaktan uzağa sevmemin en doğrusu olacağını düşünür. Kimseyle birlikte olmadan saf ve temiz bir şekilde Tanrı'ya ulaşmak istemektedir. Ama Jerome için bu kabul edilebilir bir şey değildir. Derin acılar içerisinde bulur kendini. Alissa'ya olan hislerinden vazgeçemez. Dramatik bir aşk hikayesi epey. Kitabın sonunda ise Alissa'nın günlüğüne yer veriliyor. Epey dokunaklı bir hikayeydi. Bir şekilde bir araya gelmelerini istiyorsunuz tüm kitap boyunca. Bu kadar erdemli, prensiplerine bağlı ve katı(!) olmalarını kabullenemiyorsunuz ama Andre Gide'in romanlarının özelliği bu sanırım. Aşkı hep farklı bir perspektifte ele alıyor. Ve her iki romanı da maalesef dramatik bir sonla bitiyor. Kimse mutlu olamıyor diyebiliriz.
"Hemen ölmek isterdim; çabuk, yalnız olduğumu tekrar anlamaya vakit bulamadan..."
Bu arada ufak bir not kitapları okurken ve sonrasında bir süre Andre Gide'in hep bir kadın yazar olduğunu düşünmüştüm. Erkek olduğunu öğrenince çok şaşırdım. :)
Book Challenge 17 - 18 - 19. Gün
Galiba ben böyle toplu yazı yazmaya alıştım ve biraz saldım kendimi. Ama aklım meydan okumadaydı cidden. :) Bayram öncesi yine alışverişler, arkadaşlar ve başka kişisel işlerle uğraşırken blog ihmal edildi tabi. Bir de doktor kontrollerim vardı geçtiğimiz gün. Neyse ki sonuçlar temiz çıktı. Bir de uzun zamandır elimde dolanan Barış Bıçakçı kitabı Baharda Yine Geliriz'i bitirdim. Hakkında yazacağım elbette ama o bu yazının konusu değil. Ha bir de Friends'in 9. sezonuna geçtim. Sona doğru yaklaşıyorum yavaş yavaş ama bitmesini hiç istemiyorum. Final bölümü sonunda kesin oturup ağlıcam. Bu arada izlemeyenlere şiddetle, ısrarla tavsiye ediyorum. İşsiz ve sıkkın geçen şu günlerde en büyük destekçim oluyorlar ve pozitif enerji gönderiyorlar devamlı bana. Mutlu olmak için birebirler. Neyse Challenge sorularımıza dönersek, nerede kalmıştıık...
17. günün sorusu: En sevdiğiniz kitabın en sevdiğiniz alıntısı?
Aslında çok fazla var ama aklıma ilk gelen canım Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabı oldu. Altını bol bol çizdiğim sayfalarla dolu bir kitaptı. Hayatı algılayış ve bunu dile getiriş şekline hayran kaldığım bir yazardır Özlü. Ve bu kitabı okuduktan sonra cidden aydınlandığımı hissetmiştim. Çoğu kişinin aksine bana karamsar bir yazar gibi gelmemiştir hiçbir zaman. Ama yaşadığı şeylerin çok çok zor olduğu gerçeğini ise asla yadsıyamam. Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında başından geçen intihar ve hastanede geçen günlerinden bahseder. Okuması oldukça zor sayfalar olmuştu benim için. Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabından hangi alıntıyı yazsam karar veremedim ama şu ağır bastı sanırım biraz.
"Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlenizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı dendim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum."
18. günün sorusu: Sizi hayal kırıklığına uğratan kitap?
Sonuna kadar okumayıp yarım bıraktığım bir kitabı örnek olarak gösterebilirim bu soruya. Ahmet Ümit'in Kukla isimli kitabı. Ahmet Ümit'in ismini sık sık duyuyorum. Tesadüfen elime bir kitabı geçmişti ve okumaya karar vermiştim ama çok boğucu gelmişti bana. O günden sonra da başka kitabını okumak istemedim hiç hatta biraz antipatik bulurum kendisini ne yalan söyleyeyim.
19. günün sorusu: Filme dönüştürülmüş en sevdiğiniz kitap?
Okuduğum kitapların filmlerini pek izlemem aslında. Okuduklarım arasında da çok fazla filme çekilmiş bir kitap yok. O yüzden bu soruyu pas geçiyorum. Öyle direkt aklıma gelen harika bir uyarlama olmadı.
17. günün sorusu: En sevdiğiniz kitabın en sevdiğiniz alıntısı?
Aslında çok fazla var ama aklıma ilk gelen canım Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabı oldu. Altını bol bol çizdiğim sayfalarla dolu bir kitaptı. Hayatı algılayış ve bunu dile getiriş şekline hayran kaldığım bir yazardır Özlü. Ve bu kitabı okuduktan sonra cidden aydınlandığımı hissetmiştim. Çoğu kişinin aksine bana karamsar bir yazar gibi gelmemiştir hiçbir zaman. Ama yaşadığı şeylerin çok çok zor olduğu gerçeğini ise asla yadsıyamam. Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında başından geçen intihar ve hastanede geçen günlerinden bahseder. Okuması oldukça zor sayfalar olmuştu benim için. Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabından hangi alıntıyı yazsam karar veremedim ama şu ağır bastı sanırım biraz.
"Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlenizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı dendim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum."
18. günün sorusu: Sizi hayal kırıklığına uğratan kitap?
Sonuna kadar okumayıp yarım bıraktığım bir kitabı örnek olarak gösterebilirim bu soruya. Ahmet Ümit'in Kukla isimli kitabı. Ahmet Ümit'in ismini sık sık duyuyorum. Tesadüfen elime bir kitabı geçmişti ve okumaya karar vermiştim ama çok boğucu gelmişti bana. O günden sonra da başka kitabını okumak istemedim hiç hatta biraz antipatik bulurum kendisini ne yalan söyleyeyim.
19. günün sorusu: Filme dönüştürülmüş en sevdiğiniz kitap?
Okuduğum kitapların filmlerini pek izlemem aslında. Okuduklarım arasında da çok fazla filme çekilmiş bir kitap yok. O yüzden bu soruyu pas geçiyorum. Öyle direkt aklıma gelen harika bir uyarlama olmadı.
1 Ekim 2014
Book Challenge - 16. Gün ve Öncekiler
Kaç gündür Kivi ile halimiz bu! |
Merhabalar, çok çok özürlerimi ileterek book challenge etkinliğine kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Kaç gündür işler güçler bir yandan kivi'nin rahatsızlığı derken bloğuma pek vakit ayıramadım açıkçası. Neredeyse 10 gün olmuş ve epey gerisinde kaldım meydan okumanın. O yüzden güncel sorulara kadarki kısmı hızlıca geçerek bu günün sorusuna gelmek istiyorum. En son 6. ve 7. günün sorularını cevaplamıştım. Merak edenler şuradan bakabilir. Şimdiii hemen başlayalım.
8. günün sorusu: En çok abartıldığını düşündüğünüz kitap?
Buna cevabım Kürk Mantolu Madonna olacak. Evet ben de çok sevdim filan ama o kadar çok her yerde paylaşılıyor ve herkesin dilindeki irite etmeye başladı beni maalesef.
9 günün sorusu: Sevmeyeceğinizi düşünüp de sonunda sevdiğiniz bir kitap?
Bu soruyu da düşündüm biraz ne olabilir diye. Aklıma Franny and Zooey geldi nedense. Okurken çok sevmesem de bitirdikten sonra iyi ki okumuşum dedim.
10. günün sorusu: Size evi anımsatan bir kitap?
Bu soruya absürt bir cevap vericem ama bana evi anımsatan kitap Stephen King'in Kara Ev kitabı. :) Orta okuldayken battaniyenin altına girip korka korka okuduğum zamanları, çocukluğumu, odamı anımsatıyor düşününce.
11. günün sorusu: Nefret ettiğiniz bir kitap?
Böyle bir kitap yok benim için. Çünkü genelde bir kitabı sevmeyince yarım bırakıyorum. Yarım bıraktığım için de kesin bir şey diyemem açıkçası.
12. günün sorusu: Aynı zamanda hem sevdiğiniz hem de nefret ettiğiniz bir kitap?
Bu soru da bir enteresan yahu. :) Ne diyim şimdi. Bilemedim.
13. günün sorusu: En sevdiğiniz yazar?
Bu soru için düşündüm biraz ama haksızlık etmek istiyorum. İçimde bir yerlerde yeri hep ayrı olan bir yazar var. O da Tezer Özlü.
14. günün sorusu: Filme çevrilen ve tamamen bozulan bir kitap?
Tamamen bozulan değil ama Harry Potter serisiyle ilgili filmlerde yansıtılamayan şeyler olduğunu düşünüyorum. Kitabı önceden okuyup çok sevmiş biri film uyarlamasına her zaman önyargı ile yaklaşıyor galiba. Öyle bir sendrom.
15. günün sorusu: En sevdiğiniz erkek karakter?
Tabi ki Bay C. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam kitabını okumuş olanlar bilir. Okudukça kendimden bir şeyler bulduğum ve kendime çok yakın hissettiğim bir karakter Bay C. Çok severek okuduğum, bittiğinde kapatıp bir süre derin düşüncelere daldığım, hüzünlendiğim kitaptır ayrıca. Ufak bir alıntı yapmak istiyorum oradan.
"Tutamak sorunu dedim. dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, "-veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur," demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"
16. günün sorusu: En sevdiğiniz kadın karakter?
Bu sorunun cevabı da bellidir benim için. Çünkü özel bir anlamı var. Üniversite 2. sınıftayken tiyatro seçmelerine hazırlanıyordum ve sergilemek için Anton Çehov'un çok sevdiğim oyunu Martı'dan Nina karakterini seçmiştim. Oradan bir tirad seçip hazırlanmıştım. Nina karakterini çok severim. İçinde oyuncu olmaya dair büyük bir coşkusu vardır ama kapana kısılmıştır olduğu yerde ve sonunda özgürlüğe uçmayı başarır. Bu arada hazırlandığım tirad ise şuydu. Duygulandım o günleri anımsadım şimdi. :)
"Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben... Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!... Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikâye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını ovuşturur.) Ne diyordum?... Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, her şeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geldiğimden beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Size bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Firefly Lane övmek için geri dönmüş olabilir miyim?
Açtım beyaz bir sayfa başladım yazmaya. Seni çok özledim canım blog. Bu yazı nasıl başlar neye evrilir bilmiyorum. Tam şu anda geçen hafta b...
-
Merhabaaa, Sonunda beklenen an geldiiii. :) Bloğu ilk açtığım vakitlerde sevdiğim bazı bloglardaki çekilişleri görünce hemen katılır, keşk...
-
Hafta sonunu nasıl mı değerlendirsek diyorsunuz? Havalar da çok soğuk evden dışarı çıkılmaz ki şimdi diye hayıflanıyor musunuz yoksa? Tam ...
-
Günlerdir hatta belki bir iki haftadır şiddetli boyun-sırt-baş ağrılarından muzdaribim. Nasıl sinir bozucu ve tüyleri diken diken edici hatt...