8 Kasım 2017

Kasım / Yeni başlangıçlar 👰🏻🎈


Hayatımın bu aralar kısa bir özeti olarak>>

Biiiir evleniyorum. 

İkiii Amsterdam'a gidiyorum sonra Brugge, Gent, Brüksel.

Üççç taşınıyorum. Hem de çok tatlı bahçeli bir eve.

Yani çok mutluyum. Şu anda ve şu halimde olduğum için kendimle gurur duyuyorum. Her türlü tecrübeyi kucaklamaya ve onlardan bir şeyler öğrenmeye de hazırım. 🌸


Sevgiyle kalın
Mutlu keçi 


19 Eylül 2017

Eylül '17 / Günler



Hani bazen hiçbir şeye yetişemediğinizi hissedersiniz ya heh işte tam da öyleyim son aylarda. Son 1-2 ayım inanılmaz hızlı geçti. İş hayatında farklı gelişmeler söz konusu özel hayatımda ise epey güzel ve heyecanlı gelişmeler var. Şimdi çok detay vermek istemiyorum ama instagram üzerinden takip ediyorsanız görmüşsünüzdür. :)
Aslında buraya uğrama sebebim gerçekten özlemiş olmak. Bundan sonra sadece burayı özleyince yazmaya karar verdim. Her yeni yazıda yeni bir karar! :))
Son zamanlarda başka ne yapıyorsun derseniz bilinçli farkındalık, mindfulness konularına biraz kafayı taktım onlarla ilgileniyorum, evim için alışverişler yapıyorum, yeni dekorasyonlar filan derken güzel bişeyler olacak gibi. İkea evimizin her şeyiymiş gerçekten. :)





Onun dışında tatil planları yapıyorum. Kasım'da Amsterdam, Brüksel, Brugge seyahatleri vaar! Tavsiyeler varsa şimdiden duymak isteriz efenim. ^^



Sizler nasılsınız?

Bu yazıyı yeni yemek masamız üzerinde cacık kediciği şımarıklık yaparken yazmaya çalışıyorum. Masada yazı yazmayı özlemişim cidden. Elimde bilgisayarla yatağa, koltuğa yayılmak da güzel ama masada yazmanın ayrı bir havası var ve kesinlikle daha iyi konsantre oluyorum ve daha çok yazasım geliyor.
Az önce Matilda'yı 2. kez izledim. Nasıl tatlı bir film nasıl! Çocuk filmlerini çok seviyorum -daha önce de söylemiştim- özellikle bu türdeki filmler çok eğlenceli geliyor bana. Aynı şekilde animasyon izlemek de pek keyifli. Ne zaman canım sıkılsa veya gergin olsam bir animasyon açıyorum sıkıntı filan kalmıyor.

Bu yazıda dizi konusuna değinmezsem tabi ki de eksik kalırdı. :) Son günlerde beni en heyecanlandıran şeylerden biri de çok sevdiğim 2 dizinin yeni sezonlarının başlayacak olması.

İlki How To Get Away With Murder. Çok severek izliyorum ilk günden beri. Hiçbir sezonunda da sıkıldığımı söyleyemem. Daha önce detaylı bahsetmiştim bu diziden dizi kategorisinde vardır kesin. Polisiye gerilim türünde bir şeyler izlemeyi seviyorsanız bu diziyi de seversiniz gibi geliyor. Gelsin yeni bölümler oley!
İkincisi ise Stranger Things! Bu dizi ah bu dizi yok mu bayılıyorum, çok seviyorum. 2. sezonunu deli gibi merak ediyorum. Korku gerilim türünün en tatlı örneklerinden biri çünkü başroldeki veletler pek şeker. Biraz 90'lar korku sinemasını anımsatıyor. Hikaye sürükleyici, oyunculuklar iyi. 2. sezonu merakla bekliyorum.
İzlemeyi düşündüğüm ve çok merak ettiğim dizilerden biri de The Handmaid's Tale. Kardeşim de dahil olmak üzere diziyi çok seven ve öven insan var. Ben ilk bölümü izledim sadece haftalar önce ama devam etmedim nedense. Belki tekrar başlarım.
Bunun dışında şu an yeni başladığım, beğendiğim ama çok da bayılamadığım bir dizi var Ozark isminde. Belki duymuşsunuzdur. Konusu fena değil biraz Breaking Bad vari diyebiliriz ama o tadı aramak isterseniz. Ihh! Bakalım ilerleyen bölümlerde fikrim değişir belki. :)

Ben de durumlar böyle...  Şimdilik sevgilerimi ileterek size cacık hanımla veda ediyorum. :)



Bu arada son bir soru ara ara seyahat edince videolar çekiyoruz bunu arşivimde biriktiriyorum ama youtube'ta da yayınlama fikri var son zamanlarda aklımda lakin ne gerek var ile yapayım ya eğlenceli olur ikilemleri içerisindeyim. Sizin fikirlerinizi de merak ediyorum, youtube üzerinden ne tür şeyler izliyorsunuz ya da hoşunuza gidiyor mu böyle videolar? Yorumlarınızı bekliyorum bu sefer çok soru sordum haha.

Haydi sağlıcakla,
Mutlu Keçi

20 Ağustos 2017

Lindy Hop yaptım!

Bu yazıyı size sitemizin neredeyse 1 yıldır hiç kullanamadığımız bahçesinden yazıyorum. :) Evlerde durmak mümkün değil zira. Dışarısı bir nebze de olsa daha serin daha nefes alınası.
Annem bir süredir İstanbul'da yanımda. İşten eve geldiğimde birlikte bazen yürüyüşe parka geliyoruz. Hatta spor aletlerini bile kullanıyoruz. Onun sayesinde ben de site bahçemizi sevmeye başladım. Ortada büyükçe bir havuz etrafında çardaklar var. Buralarda priz vs. olduğu için bilgisayarını alıp çıkmak ve bir şeyler yazmak kolay oluyor.


Dans kursum bittiii! Üzgün surat buralara. Aslında bitmedi de ben şimdilik özel sebeplerle ara vermek durumunda kaldım. Bahsetmiş miydim size hatırlamıyorum yaklaşık 1,5 ay kadar Lindy Hop dans kursuna gittim Kadıköy'de. Çook güzeldi. Ben şu an ilk kuru bitirmiş durumdayım. Kursumuz Kadıköy Savoy'da oluyordu. İnternette aratırsanız kolayca bulabilirsiniz. Hatta alın size linki! Lindy hop çok eğlenceli bir dans türü. Jazz ile haşır neşir epey. Esasında ben tap dance yani adım dansına gitmek istiyordum ancak o konum olarak çok uzak olduğundan (Taksim'deydi) lindy hop'u tercih ettim. İyi ki de etmişim. Her hafta dans günü geldiğinde keyfim nasıl olursa olsun bir şekilde toparlanarak ve yüzüm gülerek ayrılıyordum salondan.

Nedir bu Lindy Hop diyenlere -> https://tr.wikipedia.org/wiki/Lindy_Hop



Eğer ilgi duyuyorsanız siz de hem internet siteleri hem de facebook sayfaları üzerinden etkinlikler dans türleri ve kursların başlangıç tarihleri ile ilgili bilgi sahibi olabilirsiniz. :)

Bu yazıyı geçtiğimiz günlerde yazıp taslaklarda öylece bırakmışım. Daha ekleyeceğim şeyler vardı sanırım hatırlamıyorum. :) Neyse böylece yayınlayalım bari faydalanmak isteyenler faydalansın dedim.

P.S. Hava çok sıcak dostlar bitsin bu salak mevsim!


10 Temmuz 2017

Neden yazıyorum?



Hey, selam! 

Fotoğraflarla son bir ayı özetlediğim bir yazı yazacaktım ki uzun soluklu olacak olan o yazıya başlamadan evvel kısa bir yazı ile buraya da not düşeyim dedim bir şeyleri.
Bu ay neler olmadı kiii? Epey şey oldu yahu. Spoiler vermeyeyim diyorum ama hayatımı baya derinden etkileyebilecek değişimlerin ilk adımı atıldı öhöm öhöm bilenler çaktırmasın haha.

Yaz dönemi rehaveti mi desek teknolojinin yeni trendleri mi desek sebebi nedir bilinmez bir şekilde bende blog okuyamama sorunu başladı. Yani yazmayı geçtim okurken bile sıkılıyorum çoğu zaman. Artık minimalizm temalı bloglar dışında da günbegün pek takip ettiğim yazar yok gibi. 
Sade Yaşamak sayfasını çok seviyorum mesela. Hatta şuraya da linkini bırakayım. Beni rahatlatan ve bir şeyler katan bir sayfa. Hep yazsınlar çok yazsınlar! :) 
Bilmiyorum ama youtube yüzünden blogların pabucu dama atıldı gibi gelmeye başladı. Bloğu niye açtığımı ya da yazarken neler hissettiğimi, hala neden yazmaya ya da okumaya devam ettiğimi düşünüyorum arada sırada. Eskiden yazdıkça çok rahatlıyor, bir şeyleri burada aktaracağım için heyecanlanıp kenara köşeye notlar alıyordum. Şimdi ne mi yapıyorum evet televizyon izlemiyorum ama bu seferde insanların youtube kanallarında ne yemiş, ne içmiş, nereleri gezmiş ona bakıyorum. He bazıları cidden ilham verici. Mesela Ilgın Özgan videolarını seviyorum. Yabancılarda da Lavendaire en sevdiklerimden. 

Bunu iş olarak yapan insanları gördükçe farklı bir çağa doğru gittiğimizi daha da iyi anlıyorum. Geçtiğimiz günlerde yutuptan ayda 30 bin TL kazanmak diye bir haber okumuştum. Hatta İşkur bazı illerde youtube ile ilgili kurslar düzenleyeceğini duyurmuştu. 
Bu janjanlı bol 0'lı camiada bizim kendi aramızda yazdığımız bu yazılar bazen ne yapıyorum ben neden yapıyordum bunu diye hissetmeme sebep oluyor. Amaç sadece içimi dökmek olsaydı gidip kimsenin okuyamayacağı yerlerde de yazabilirdim. Aslında içten içe hepimiz etkileşim içinde olmak, birilerinin hayatına dokunduğumuzu hissetmek istemiyor muyuz?

Ufak bir örnek vermem gerekirse geçtiğimiz günlerde blogger'dan tanıdığım entel kitap ile İstanbul Haydarpaşa tren garındaki kitap fuarında karşılaştık. Tanıştık desem daha doğru olur. Tamamen tesadüfi oldu. Beni fotoğraflardan tanıyıp yanıma gelmese geçip gidecektik yanı başımızdan. O anı ölümsüzleştiremesek de mutlu keçi diye yanıma gelişini hafızama kazıdım ve birçok arkadaşıma anlattım bile. Tüm günüm mis gibi geçti. Bu bile beni mutlu etmeye yetti galiba. 
Konuyu çok dağıttım nasıl toparlasam bilmiyorum yahu ortaya karışık bir şey olmuş olsun bu da öyle. 

Yorumlarla konu üzerine birazcık daha kafa patlatırız belki ne dersiniz???


30 Mayıs 2017

Fotoğraflarla Mayıs

Nisan-Mayıs favorileri yazısını okuyup sevenler için yine bir ay değerlendirmesi yazısıyla sizlerleyim. Geriye dönüp bakmak ve bunları arşivlemek hoşuma gidiyor. Canım sıkılınca açıp bu yazıları okuyarak mutlu oluyorum evet. :)

Bu ay neler yapmışım hadi bir bakalım;


Nisan Sonları, Mayıs başları... Bir hafta sonu kendimize güzel bir plan yaptık. Maçka parkına gidecektik. Bolca kedi sevecek, çimlere kendimizi bırakacak, kitap sayfalarında kaybolacak biraz da şehir gürültüsünden uzaklaşacaktık. Peki n'oldu? Biz parka adımımızı atar atmaz yağmur damlaları şıp şıp şıplamaya başladı. Murphy hey! Yine de toprak kokusu bayıldığım bir şey olduğu için pek moralimi bozmadım. Ayrıca kaçışan ya da olayı umursamayan insanları izlemesi de keyifliydi. Biz de geçip gidiverdik parktan öylece. Bu da o anlardan bir kare. Sevgili yağmurluğu iyi ki var! :)


Yağmura yakalandık dediysek kedi sevmedik demedik ya! Bir sürü kedi sevdik. Kedilerini bu parka bırakıp sevmeye gelen bir aileye sinirlendik biraz söylendik filan. Bu fotoğraftaki sırnaşık da bir türlü kucağımdan inmedi sağ olsun çamurlu ayaklarıyla üstümü başımı mahvetti. O kadar güzel kediler var ki. Hala gidip parayla cins kedi alanları anlamıyorum anlamakta istemiyorum. Hayvan sevgisi eşit değildir gösteriş. Teşekkürleeer(!)


Bu fotoğraf ise Beşiktaş'taki OT'tan. Dekorasyonunu çok beğendim. Işıklandırma bir mekanda benim için en önemli şeylerden. Şık ve güzel tasarımlar kendimi daha özel hissetmemi sağlıyor. Yemekler için benzer beğeniyi sunamayacağım maalesef. Servis, ilgi alaka ne kadar hoş olsa da daha lezzetli şeyler yemek isteyebilirdim. Bu fotoğrafın çekildiği anlarda ise çok heyecanlıydım. Benim için özel bir gündü. Aklıma o günü getirdiği için de bu fotoğraf burada kendine yer buluverdi.




Yer Moda. Mekanımız Çaydanlık. Şimdi tadilatta kendileri el mi değiştiriyor ne oluyor bilmiyorum. Buraya birkaç kez gittim şimdiye kadar. Moda çay bahçesine çıkarken sağda Çikolata dükkanının sokağında kalıyor. Biz ne zaman Çikolata dükkanından tatlı yemek istesek genelde yer bulamadığımız için soluğu burada alıyoruz. Hem tatlımızı yiyor hem de buranın birbirinden güzel çaylarını deniyoruz. O kadar çok çay çeşidi var ki... Size minicik kavanozlar içinde getirip koklatıyorlar filan istediğinizi seçiyorsunuz. Çok sakin tatlı bir yer. Bas bas müziklerle sizi baymıyor, sevdiklerinizle rahat rahat muhabbetin dibine vurabiliyorsunuz. :)






1 Mayıs.
Arkadaşlarımızla kendimize güzel bir gün hediye ettik. Araba kiralayarak İstanbul'dan yola çıktık ve sırasıyla Şile-Ağva-Kerpe-Kefken(Pembe Kayalar)'i gezdik. Şile'de pek yapacak bir şey bulamadık. Her yerde kazı çalışmaları vardı. Kahvaltımızı Ağva'da dere kenarında yaptık. Kahvaltı için aynı şeyi söyleyemesem de ortam gayet keyifliydi. Daha güzel bir havada tekrar gidip bisiklet kiralayarak da gezmek istiyorum. Yukarıda gördüğünüz fotoğraflar ise Pembe Kayalar'dan.
Pembe Kayalar cidden pembeymiş evet. Yani bir kısmı. :) Dalgalarla zaman içinde aşınarak bu hale gelmişler. Çook güzeldi. Günün yıldızı bizim için burası oldu. Çok kimse de yoktu zaten. Tadına vara vara denizi, dalgaları, gökyüzünü izledik. Doğayla kucaklaştığımız-yakınlaştığımız her an öyle huzurlu ki. Yolunuz bu taraflara düşerse mutlaka gidip görmenizi tavsiye ederim.




İlkbahar'ın sayılı güzel havalarından... Sahilde oturmayı İzmir'de doğup büyümüş biri olarak pek tabi ki çok seviyorum. Hatta buraya ilk taşındığımda uzunca bir süre sahil yerine "kordona çıkmak, kordonda oturmak" diyip durdum. Bostancı'ya sürekli Bostanlı demem gibi. Hala karıştırıyorum hatta. Neyse işte Caddebostan sahilinde hınca hınç kalabalıktan kendimize iki popoluk yer bulup oturduğumuz anlardan birini görüyorsunuz yukarıda. Sonra bol bol yürüyüş. Fenerbahçe dolaylarından kendimizi bir yerlere atıp Kadıköy'e dönüş. Güzel havalarda evde durmayı çok sevmesem de bu kadar kalabalık yerlerde bulunmayı da sevmiyorum. İstanbul'da bu mümkün mü derseniz ha-ha-ha!




Bu ay evimize yeni tilivizyon mi alındı ne?! Öhöm haha. Çeyizimi şimdiden yapıyorum arkadaşlar ne var! :) Sadece tv değil tabi altındaki şeyi de İkea'dan cüzzi bir miktara aldık. Eski kitaplığım baya hırpalanmıştı taşınmalar sırasında. Bu daha işlevsel oldu. Kitaplarımı ayıklamama rağmen yine de azaltamadım gibi. Ekranda gördüğünüz şey ise Fed Up isminde bir belgesel. Çok güzeldi ama etkisi kısa sürdü bende. Bu belgeselden başka bir yazıda detaylı olarak bahsedeceğim için şimdi es geçiyorum. O yazıya kadar ben de size soruyorum: "Are you fed up?"










Evde geçen günler...
Bakmayın böyle gezmeli görmeli fotoğraflar paylaştığıma esasen oldukça evcimen bir tarafım da vardır. Evde vakit geçirmeyi bazen çok daha fazla seviyorum. Çıkıp kalabalıkta stres olup 2 saatimi trafikte geçireceğime sevdiğim diziyi izleyip blog yazmayı, yeni bir şeyler okumayı, kedilerimle oynamayı çoğu kez tercih ediyorum. 
Kediciklerimi az çok tanımışsınızdır artık. Tekir olan Kekik Hanım. 2,5 yaşında inanılmaz aksi ve zor bir kedi. Kucağıma gelip oturmuşluğu sayılıdır. Beyaz olan ise Cacık Hanım. Tek gözü kapalı halde şirketin bahçesinde bulmuştum. Bırakmaya kıyamadım. Arada bir şımarıklığı nedeniyle beni çileden çıkarsa da en çok onu mıncıklamayı seviyoruz. 2 kızım ve sevdiceğimle minik bir dünya kurduk kendimize. :) 
Yeni bir kitaba başladım bir de bu ay. Kişisel gelişim türü gibi dursa da okuması zevkli bir kitap. Bir de bazı şeylerin altını çizmeden duramadım bkz. son fotoğraf. Siz ne düşünüyorsunuz o alıntıyla ilgili merak ettim. 


Merhaba İlkbahar! Ah, neredesin bahar?
Bir Kadıköy günü daha. Seviyorum merkez n'apayım?! :)



19 Mayıs. 
Sabah erkenden uyandık. Kadıköy Kalamış parkında Kadıköy belediyesinin düzenlediği 19 Mayıs etkinliğine katıldık. Her yaştan bisiklet kullanıcılarıyla toplaşıp yola çıktık. Yaklaşık 2 saat boyunca balonlarımız ve bayraklarımızla Kadıköy, Göztepe, Bostancı caddelerini arşınladık. Kornalarımızla ve gülücüklerle bayramımızı kutladık. (herşeye rağmen!) Yollardaki insanların alkışları, teyzelerin göz yaşları eşliğinde turu tamamladık. :)) Çok keyif aldım. 
Bisiklet sürmeyi zaten çok seviyorum. Güzergah konusu biraz sıkıntılıydı sadece. Gereksiz ara sokaklara, tırmanışlı yollara girince benim bacaklar için gece gece nöbetçi eczane aramak zorunda kaldık. He bir de o yorgunlukla akşam Üsküdar Harem'deki MFÖ konserine katıldık. Nerede ücretsiz etkinlik var bizden kaçmaz hahaha. Şaka bir yana Üsküdar'da görmek istediğimiz hareketlerdi bunlar, sevindik mi sevindik.


Kadıköy dolaylarında kahvaltı yapacak güzel bir yer arayanlara Yeldeğirmeni'ndeki Garda Cafe'yi şiddetle tavsiye ediyorum. Garda'ya gidip ortaya bir serpme kahvaltı söylüyorsunuz masanızda yer kalmayana kadar donatıveriyorlar ortayı bir anda tıka basa doyduktan sonra ver elini Moda. Cherrybean'de hemen kendinize lattenizi alıyor uzun zamandır ertelediğiniz o blog yazısını yazıveriyorsunuz. Oradan çıktıktan sonra kendinizi Moda sokaklarına bırakıp bu huzurlu manzaralara eşlik eden boş bir bank buluyorsunuz. Sonraaa... Sonrası da size kalsın benden bu kadar! :)

Yeni bir ayda yine böyle kısa kısa notlarla görüşmek dileğiyle efenim.
Umarım çok sıkmamışımdır sizi. :)

Hepinizi öpen Keçi! ^.^


19 Mayıs 2017

Tavsiyeler * Nisan&Mayıs

Burası biraz sakinleşmiş dediler, özledik seni gel de iki çift kelam et dediler ben de baktım ortalık biraz durulmuş efenim sevdiğim bazı bloglar da hafiften bir inzivaya çekilmiş canlandıralım dedim şuraları ve yeni bir seri ile geliverdim. Youtube izleyicisi olanlarınız var ise zaten yerli yabancı youtuberlardan bu ay sonu favorileri videolarına alışkındır. Ben de neden blogda olmasın ki dedim ve bu kadar uzun aradan sonra ne yazsam diye düşünme derdime de son verdim.

Yazmadığım bu süreçte bir sürü şey oldu hayatımda. İyi ve kötü gelişmeler bir aradaydı ama artık her şeyi olduğu gibi kabul etmeye çalışıyorum. Niye olmadı diye üzülerek bir yere varamıyor insan. Hayatımdaki değişimleri bir kenara bırakırsak bu ay neleri sevdim sırasıyla bahsetmeye başlayalım bakalım.

Öncelikle son 2 ayda izlediğim ve çok beğendiğim, sizlere de tavsiye edebileceğim dizilerden bahsetmek istiyorum.

13 reasons why...! 

Biraz karanlık bir dizi olsa da kesinlikle çok sürükleyici. İlk birkaç bölümü izleyip bırakmayın diye söylüyorum son bölümlere doğru tansiyon gittikçe tırmanıyor ve bir oturuşta 3-4 bölüm izleyebiliyorsunuz. 
Çok spoiler vermek istemiyorum o nedenle kısaca şöyle belirteyim; dizi sezonu boyunca lisede çeşitli zorbalıklara maruz kalmış bir kızın intihara sürüklenişini ve arkasında yatan sebepleri bir nevi insanları izliyoruz. 13 kişi ve 13 olay. Bir insanın aslında karanlığa ve yalnızlığa itilişinin öyküsü olan 13 reasons why, yer yer kasvetli havasıyla sizi gerebilir amma velakin psikolojiniz bunu kaldıracak durumdaysa mutlaka şans verin derim.



Big Little Lies

Gelelim böyle ilk bölümünü izleyip pek beğenmediğim sonrasında ise bitmesin diye azıcık azıcık izlediğim sadece bir sezonluk mükemmel dizimize. Benim bir diziden beklentim nedir mesela hoş vakit geçirtsin aksın gitsin dakikalar, karakterler inandırıcı olsun ve oyuncular bu rolleri taşıyabilsin, hikayeyi her daim canlı tutacak bir kurgusu olsun e biraz gizemli biraz gerilimli, insan ilişkileri ve hayata dair de bişeyler olsun... Özetle size Big Little Lies'ı anlattım galiba. :)
Dizi kadrosuna baktığınızda epey bomba oyuncular olduğunu göreceksiniz. Kadro süper, çocuk oyuncular pek başarılı. Hikayenin sonu bir yerden sonra biraz tahmin edilebiliyor olsa da ben çook beğendim. Evlilik, arkadaşlık, şiddet üzerine güzel bir diziydi. He bir de dizide en sevdiğim şey ne derseniz kesinlikle jeneriği ve o harika şarkı. Bir şarkı bile insanı mutlu edebiliyor. :)






Dizi olarak bu iki diziyi rahatlıkla önerebilirim sizlere. Filmlere gelecek olursak sinemada izlediğim filmler konusunda epey şanssız bir ay olsa da yine de "favori" diye adlandırabileceğim şeyler var elimde. :)
Bunlardan ilki çok merak ettiğim ve izledikten sonra da herkeslere önerdiğim bir belgesel.

Twinsters

Konusu çok ilginç ve gerçek bir hikayeye dayanıyor. Güney Kore'de doğan ve biri Fransa diğeri Amerika'daki iki farklı aileye evlatlık verilen koreli kız kardeşlerin yıllar sonra sosyal medya aracılığı ile birbirlerini bulma hikayesini anlatıyor. İkizi olduğunu bile bilmeyen ve tamamen farklı kültürlerde yetişmiş olan kardeşler için bir ikizi olduğunu öğrenerek dünyanın bir ucuna onu tanımak için gitmesini ve bu süreçte yaşadıklarını anlattıkları bir belgesel. Yer yer gözler doluveriyor şimdi onu belirtelim de. Mutlaka izleyin der susarım. :)


Bir diğer izlemenizi önerebileceğim film ise,

Get Out

Vizyondayken izleme fırsatı bulamadığım malum ortamlara düşünce izlediğim bir film Get Out. Olaylar biraz klişe konular etrafında dönüyor gibi görünse de, ırkçılık gibi, bence kesinlikle seyirciyi germeyi başaran bir yapım olmuş. Sürekli kaç git şuradan diye bağırıyor iç sesiniz filmin ilk yarısında. :) Konuyu anlatmayacağım ama bir Cuma gecesi patlamış mısır eşliğinde hadi biraz gerilimli bir şeyler izleyelim, beyin fırtınaları yapalım, sonunu tahmin etmece oynayalım diyorsanız bu film tam sizlik! :)


Bir de tiyatro oyunu tavsiye etmek istiyorum. Moda sahnesinde son 2 ayda 3 oyun izledim.

Bütün Çılgınlar Sever Beni
Bira Fabrikası 
ve

Akciger

Akciğer benim size tavsiye edeceğim oyun olacak. Kadıköy Moda Sahnesi'nde hala oyunu izlemeniz mümkün. Oyun 2 kişilik ve başrollerinde Nergis Öztürk ve Engin Hepileri var. Engin Hepileri'yi zaten hep çok beğenmişimdir. Nergis Öztürk'ü sahnede ilk kez izledim ve onu da çok beğendim. Oyun aslında hepimizin her gün konuştuğu, bazen üzerine saatlerce kafa patlattığı ve bazen bu konuda çok eleştirildiği bir konuya değiniyor. Bu dünyaya çocuk getirilmeli mi? 
İnternet sitesinden oyun tanıtımı ile ilgili şöyle demişler: 

iklim değişikliğinin insan hayatını bizim yaşam sürecimiz içinde yok edebileceği ihtimalinin çok ciddi bir olasılık olduğunu öğrenirsek, yine de çocuk yapar mıyız? Yapmaya kalkarsak bunu nasıl rasyonelize ederiz? Nasıl akla uydururuz? Ya da yapmamaya karar verirsek, milyonlarca senelik bu dürtüye nasıl karşı koyarız?
Bu karşıtlık Akciğer ’de; bir gerçeği görmek ve görmezden gelmek arasında bir ileri, bir geri gidip gelen çaresiz bir çifte kara komedinin kumaşını dokuyor. Akciğer; iklim değişikliği eşiğinde ki bir dünyada, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan insanoğlunun bu sorusunu, ironik bir klişe ile soruyor; “Çocuk yapmalı mı yapmamalı mı? İşte bütün mesele bu?”

Bu aylarda çok yeni bir şey dinlemedim maalesef. Türkçe müzik olarak keşfettiğim ve çok sevdiğim iki şarkı oldu sadece.
İlki Merve Çalkan - Beni Bu Güllerle Ağlatamazsın.
Merve Çalkan'ın harika bir sesi var. Yumuşacık. Kesinlikle şans verin derim.
İkincisi ise Manuş Baba - Dönersen Islık Çal. Her iki şarkıyı da alta bırakıyorum. Bakalım kimler sevecek. :)




Bu aylık daha çok dizi-film-müzik ekseninde bir sevdiklerim yazısı oldu ama önümüzdeki zamanlarda bu yazının içine mekanlar, kozmetik ve başka bilumum değişik konular da dahil olacak. Aşırı uzun bir yazı yazarak daha fazla sıkmak istemiyorum sizleri.

Şimdilik hoşça kalın!

Hayatı sevin!

Bloğun yeni teması?? :))

Sevgiler
Mutlu Keçi

5 Nisan 2017

Nefes al, nefes ver..!


Kalbim pır pır pırrrr... Ama mutluluktan ya da güzel hislerden ötürü değil. Rahatsız edici bir pır pır'lık. Dün hastanede emar çekilmeye çalışırken panik atak krizi sandığım bir şey geçirdim sanırım. Çok korktum. Hayatımda ilk kez hissettiğim bir duygu değildi bu ama ilk kez bu kadar sert yakaladı beni. İnanılmaz çaresiz hissettim. Anksiyete, panik bozukluk günümüz koşullarında hepimizin başına gelebilecek bir şey bunu biliyorum. Benimkisi de "geliyorum" dedi. Önce terör saldırıları sonrasında İstanbul'un kaosu, her gün maruz kaldığımız haberler-olaylar bir de son zamanlarda iş stresi de eklenince benim için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Olaylara tepki veriş şekillerimiz birbirinden farklı ve göreceli elbette. Ben biraz daha hassas biriyim galiba. Normalde pozitif bir insan olsam da zaman zaman karamsarlıklarım ağır basıyor. Bir de son 1 aydır kansızlık ile tekrar başım dertte. Çocukluğumdan beri var olan bir şey bu bende ve zaman zaman nüksediyor. Kansızlık da fiziksel olarak yorgunluk, baş ağrısı, el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, baş dönmesi, mide bulantısı gibi etkiler yaratabiliyor. Heh alın size anksiyete belirtileri. Sanırım bu aralar sürekli birbirlerini tetikliyorlar. Birkaç gündür kendimi kötü hissediyorum ve hala dünün hissiyatını atabilmiş değilim üzerimden.

25 Mart 2017

Attention please...

Yine uzun süreli sesim çıkmadı belki merak etmişsinizdir diye ufak bir güncelleme yapmak istedim. Günlerden Cumartesi. Saat 08.00. 
Evden çıkmam için toplamda 1,5 saatim var ve bu süreç içinde cornflakes'li hızlı bir kahvaltı, duş, çanta hazırlama işleriyle boğuşacağım. Yetişirim herhalde değil mi? Umarım. :) Uçağı kaçırmak istemem zira bugün sevdicekle İzmir'e evime doğru yola çıkıyoruz. 
4 gün boyunca yokum İstanbul'da. Her şeyi çook özledim. Canım İzmir gözümde tütüyor. Bol bol fotoğraf paylaşımları yaparım zaten siz de görürsünüz. 
İnstagramı son zamanlarda epey aktif kullanmaya başladım.
Hala takip etmeyenler varsa işte linki. <mutlukeci>
Hatta son zamanlarda paylaştığım fotoğraflara durup durup tekrar bakıyorum narsist miyim neyim haha. Çok güzel bir yere gittik Burgazada'ya. 
Son zamanlarda beni en en motive eden şeylerden biri oldu bu gezi. Detaylı olarak size yazacağım hatta göstereceğim galiba. Sürpriz! :)
Hayatım bu aralar güzel bir düzleme girdi. Kafamdaki planları uygulamaya başladıkça iyi hissediyorum ve daha iyi şeyler olacak gibi geliyor.
Birkaç şey daha var bahsetmek istediğim ama önümüzdeki yazıya kalsın. 
Bu arada instagram stories(anlık paylaşım) bölümünde her gün sevdiğim ve bana ilham veren cümleleri paylaşıyorum. İngilizce ama takip etmek isterseniz bakmayı unutmayın. Ben çok sevdim bu seriyi. Kaynak pinterest oluyor zaten. Direkt o siteden de bakabilirsiniz. 
Mısır gevreğimi hazırlamaya giderken youtube'da bir Elvin Levinler (güzel motivasyon sağlayan videoları var!) videosu açarak bu hızlı ve kaçamak güncelleme yazısına son veriyorum. Bekle bizi İzmiir! :)

Burgazada ve mimozalarım.




Sevgiler 
Mutlu Keçi

4 Mart 2017

Hayali kombinler tasarla! - Polyvore

Bugün size eskiden çok sevdiğim ama uzun süredir uğramadığım bir siteden bahsetmek istiyorum. İsmi Polyvore. Giyinmeyi ve modayı takip eden erkekler de sevebilir ama sanki daha çok biz kadınlar için eğlenceli olabilecek bir yer gibi.
Çocukken belki hatırlarsınız kartondan bebekler verirdi gazeteler onlara kağıtlardan kıyafet keserdik filan. Bana nedense onu anımsatıyor biraz. Bu sitede kendinize bir profil oluşturup kıyafetten aksesuara, kozmetiğe, iç çamaşırına kadar seçimler yapıp çeşitli kombinler oluşturabiliyorsunuz. Konsept size ait. İnanılmaz özgürsünüz.
Benim bu siteyi en çok sevme nedenim aslında bu kombinleri yaratırken sevdiğim tarzlar üzerine de biraz düşünme fırsatı yaratmasıydı. Mevsim değişikliği yaşayacağımız şu günlerde ve gardrobumu yenilemeyi düşünürken yine aklıma düştü ve size de bahsedeyim dedim. Belki sizlere de bana verdiği gibi ilham verebilir. Gardrop yenilemek, yenilenmek demişken blogda da yakında farklı konular olacak ve aynı şekilde hayatımda da yavaş yavaş bir yapılanma sürecine giriyorum. Yeni kararlar, yeni planlar.. vs. Sürpriz! :)

Neyse işte kendi tarzınızı tekrar yaratmak ya da neyi sevdiğinizi keşfetmek isterseniz siz de biraz kurcalayabilirsiniz. Hem benim için bir nevi kafa boşaltma yöntemi de oluyor azıcık terapi etkisi de var hem eğlenceli. Linkini de şuraya iliştireyim. --> Polyvore 
Bu arada siteye üye değilseniz ya da olmak istemiyorsanız bile Pinterest ile sayısız görsele ulaşabilirsiniz bu konuda. Bizim ülkemizde çok popüler olmamasına rağmen dünyada baya rağbet görüyor anlaşılan.
Ben de pinterest sitesinden kendi profilimde bununla ilgili bir board açmıştım zamanında. Sayfama buradan ulaşabilirsiniz. Sevdiğim ve tasarladığım kombinleri sizlerle de paylaşayım bakalım kimler beğenecek? Hem giyim tarzım konusunda da bir fikir verebilir sizlere. :)

28 Şubat 2017

~ Mart Kararları ~

kaynak tık
Blogda yeni bir seriye başlamaya karar verdim. Bundan böyle her ay başında o ayki hedeflerimi belirleyeceğim ve ay sonunda da ne oranda gerçekleştirdiğimi bildireceğim. Benim için verimli bir süreç olacak diye tahmin ediyorum zira yıllık kararlar bir yerden sonra sarpa sarabiliyor. Sen değişiyorsun, hayat şartların değişebiliyor o kararlar da yerini başka kararlara bırakıyor. O yüzden aylık hedefler koymak daha mantıklı gelmeye başladı. :)

Bu ayın hedefleri ise benim için şöyle;


1- Bir adet kitap okumak

Uçuk bir hedef koymak istemedim. 1 kitap kimine çok az gelmiş olabilir ama benim gibi çok fazla kitap okuyamayan bir bünye için iyi bir hedef bence.

2- Blog yazmak

Blog'da yazmayı ertelediğim bazı yazılar var; bunlardan biri gezi yazısı bir diğeri diziler hakkında bir yazı bir de bahsetmek istediğim bir belgesel var.
Bu ay içerisinde hepsini yazmak istiyorum.

3- Asitli içecek içmemek

Bu aralar film-dizi eşliğinde içilen asitli içecek olayını fazla abarttım. O nedenle 1 ay asitli içecek detoksu yapmak istiyorum. Belki alışkanlık haline gelir ve sonra da canım çekmez kim bilir?!

4- Ukulele ile 1 parça çalabilmek

Yeni keşfettiğim bir uygulama sayesinde ukulele çalma olayında bir miktar ilerledim. Küçük Joe sağ olsun. Sayesinde keşfettim. Ama hala çok yolum var. Bu ayki hedefim en azından 1 şarkıyı çalabilmek olsun.

5- Yoga yapmak

Kayıt yaptırdığım ancak 2 haftadır çeşitli aksiliklerle gidemediğim bir kurs var. Moda'da Nefess Yoga. Şimdiye kadar hiç yoga yapmadım ve yapmayı istiyorum. Aradığım dinginliği bulabileceğim sanki. Bir de sırt ve boyun ağrılarıma çözüm olursa devam ederim ben bu olaya.

6- Tiyatroya gitmek

Tiyatro oyunlarını incele, biletini kap git! 

7- Hafta sonları erken uyanmak

Geç uyanınca ölü bir gün oluyor adeta. Tabi ki arada kaçamaklar olabilir ama güne erken ve zinde bir şekilde başlamak daha sağlıklı neticede. Daha verimli hafta sonları için düzenli uyku!

Bu ayın hedefleri benim için böyle.  Ay sonu raporu nasıl olacak göreceğiz hep birlikte.

Sizin aldığınız yeni kararlar var mı bakalım? :) 

Apartman Sohbetleri #2 #3 #4 #5..

Bu aralar kafamı kaşıyacak vaktim yok resmen, inanılmaz yoğun bir süreçten geçiyorum iş hayatımla alakalı. Cuma gününe kadar da böyle olacak. Ancak bloğu özlediğim ve biraz kafa dağıtmak istediğim için uğrayayım ve sorulara kaldığım yerden devam edeyim dedim. Belki henüz kimse anlamamıştır yokluğumu ben de bir yerinden bir şekilde sızarım ve siz sevgili sevenlerimle buluşurum dedim. ^.^

He bu arada bloğun teması yenilendi. Daha sade biraz daha minimal bir şeyler olsun istedim. Genelde sıkıldıkça tasarımıyla oynuyorum ama bu içime sindi gibi. Siz de beğendiniz mi bakalım? :)
Asıl haberi de vereyim, artık yeni adresim mutlukeci.net üzerinden de takip edebilirsiniz beniiii. Kimse almadan alayım dedim adresi önce wordpress'te kullanırım demiştim ama wordpressi çok sevemeyince buraya entegre ettim. Daha akılda kalıcı ve kolay oldu. Belki bir kartvizit de yaptırırım bu şekilde haha şaka şaka.




Gelelim sorulara...

16 Şubat 2017

Apartman Sohbetleri #1

Bu blog böyle meydan okuma görmedi! Duyduk duymadık demeyin...!

52 haftalık fotoğraflı meydan okuma şöylece devam ededursun ben sevgili arkadaşım İlham kediciğin son yazısındaki apartman sohbetlerine kendimi kaptırmadan duramadım. Merak edenleri şöyle alalım. Yazıya göz attıysanız kaldığımız yerden devam edebiliriz. Arzu'nun da belirttiği gibi apartman sohbetleri etiketiyle İlker Gümüşoluk çok güzel sohbetler paylaşıyor kanalında. Sorular da bir o kadar samimi, içten. İnsanı durup düşündürüyor yüzünü güldürüyor belki biraz hüzünlendiriyor. Ama işte insana dair yani bize dair ne varsa var o sorularda. Ben okudukça mutlu oldum ve hemen düşüncelere daldım bile. Soruların sahibi İlker Gümüşoluk'a ve bizi bu sorularla buluşturan ilham kediciğime bir kez daha teşekkürler.

Şimdi ilk sorumuzla başlamadan önce şunu garanti ediyorum ki bu blogta şimdiye kadar duymadığınız hakkımda bilmediğiniz bir çok şeyi de öğrenmiş bulunacaksınız. Samimiyetle cevap vermeye çalışacağım hepsine. Ve sizin yazılarınızı okumak için de bir o kadar sabırsızlanıyorum. :)
Bu sohbetler efenim böyle çay kahve eşliğinde sanki karşılıklı konuşuyormuşuz havasında geçsin istiyorum.O nedenledir ki sizde yorumlarınızla ya da anılarınızla her daim şenlendirebilirsiniz burayı. Haydin gari başlıyoruz! :)

Soruların tamamı!

1.     Nasıl bir apartmanda büyüdün?
2.     Çocukluk eğlencen neydi?
3.     Yedi yaş pantolonunu bulsak cebinden ne çıkardı?
4.     Çocukluk kahramanın kimdir?
5.     Gereksiz bir yeteneğin var mı?
6.     Hastası olduğun bakkal ürünü hangisi?
7.     En saçma zevkin?
8.     En büyük çılgınlığın?
9.     Çocukken en çok korktuğun şey?
10.     En sevdiğin ve sevmediğin özelliğin?
11.     Karşı cins karşısında en çok utandığın an?
12.      En maskulen/feminen yanın nedir?
13.     Asla cesaret edemeyeceğin bir şey?
14.     En sevdiğin fiziksel acı?
15.     Almış olduğun en saçma teklif?
16.     Kendini çok değerli hissettiğin bir an var mı?
17.     Annenden ve babandan ne öğrendin?
18.     Hangisi daha olası; cadı, vampir, kurt adam? Ve tabii ki neden?
19.     Manzarasız müthiş bir daire mi, manzaralı tek odalı bir daire mi?
20.     Hayat sana ne öğretti?

6 Şubat 2017

52 week photo challenge (5/52) - What's Up?

5. hafta 30 ocak - 5 şubat : Şu an ne çalıyor?



Bu şarkıyı ilk sense8 dizisiyle keşfettim galiba ya da önceden duymuş olabilirim ama dizide duyduğumdan beri hemmen çalma listeme eklendi kendileri. Dizide 8 karakter dünyanın farklı noktalarında aynı anda bu şarkıyı söylüyordu. Duygulu bir andı. Dinlemediyseniz size de öneririm insanı gaza getiren şarkılardan hani böyle arabanızda rüzgar saçlarınızı savururken son ses açıp dinlemelik. Tam bir yol şarkısı. Bir de hala spotify uygulamasını kullanmıyorsanız kesinlikle tavsiye ederim. Ben premium özelliğini kullanıyorum çünkü reklamlardan gına gelmişti. Hal böyle olunca artık istediğim yerde güzel güzel müzikler dinliyorum. 

Güzel müzikler hep olsun biz dinleyelim. Bir de ben bu aralar ukulele çalmaya başladım. O konuya bir başka yazıda değineceğim. :)

İyi geceler efenim.


30 Ocak 2017

İç ses

Sosyal medya hakkında ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama ben bu aralar fazla saçma bulmaya başladım. Evet kabul ediyorum; bloglar, instagram paylaşımları, facebook vs. zaman zaman ilham veriyor, gaza getiriyor, harekete geçmemi sağlıyor ya da deşarj ediyor. Ama bu aralar daha çok insanları mutsuz etme yönü üzerine düşünmeye başladım. Sosyal medya yanılgısı mı desek bilemiyorum ama bir tür maskeli baloda gibiyiz. Kim gerçek kim değil anlaşılmıyor. Mesela sen mutsuz bir halde evde otururken birilerinin "çok eğleniyorrum" tavrı daha fazla gerebiliyor. Ama o insanın gerçekten çok mutlu olduğunu varsaymak ne kadar doğru bilemiyorum.
Sosyal medyada bir şeyleri paylaşmak için sadece bir aktiviteyi yapma-gerçekleştirme ayrımı da ilginç mesela. Hangisi öncelikli geliyor yani o eylem mi eylemin yapıldığını göstermek mi?

Bu aralar düşündüğüm bir diğer şey de yaptığım şeylerin beni ne kadar mutlu ettiği, neyi niçin yaptığım? Mesela blog yazmak? Burada eskisi gibi uzun uzuun yazamıyorum. Yazmak istemediğim zamanlar da oluyor yazmak isteyip yazamadığım da. Kendimi eski zamanlarla kıyaslayınca da mutsuz oluyorum. Acaba diyorum ki kendime baskı mı yapıyorum yani ne bileyim sürekli bir şeyleri yapmam etmem lazım ama yapmıyorum diye kendimi suçlamaya başlamam sağlıklı bir ruh hali değil. Bir diğer nokta da insanların bazı süregelen alışkanlıkları onları zaman zaman geri götürebiliyor. Yani eski şeyleri ortadan kaldırmadan yeni şeylere yer açılmıyor bazen. Blogun ya da hayatımdaki bazı şeylerin evrim geçirme, dönüşme vakit gelmiştir belki. Aynı benim gibi. Bu yılın kendim için her anlamda bir değişim yılı olmasını istiyorum.
Düşüncelerimi bile toparlayamadım düşünün artık. Neyse ben biraz daha darlayayım kendimi size de bugün okuduğum ve hoşuma giden bir sözle veda edeyim şimdilik.


29 Ocak 2017

52 week photo challenge (4/52) - Şekerpare!

Week 4 / 23-29 Ocak: Outside (dışarıda)


Bu hafta kardeşimin İstanbul'a gelişi, delicesine soğuk havalar, hastalıklar içinde hızlıca akıp gitti. Tek kayda değer aktivitemiz izlediğimiz bu oyundu. Adını hiçbir zaman bir kerede söyleyemediğim Üsküdar müsahipzade celal sahnesi'nde Şekerpare oyununu izledik arkadaşlarımızla. Oyunun özellikle ilk yarısında inanılmaz eğlendim hatta bir ara gerçekten gülmekten karnıma ağrılar girdi. Oyunculuklar, atmosfer gayet keyifliydi. Başrolde 7 numara dizisinden de hatırlayabileceğiniz Engin Alkan vardı. Oyunun hem yönetmen koltuğunda hem de başrolünde yer alan Engin Alkan bildiğimiz Şekerpare filmini biraz daha müzikal tadında yorumlamış. Benim favori karakterim ise Hurşit oldu. En çok ona güldüm. 2. yarıda ise doğaçlamaların fazlalığı ve fazla cinsel içerikli şakalar(basit göründüğü için) biraz yorsa da genel itibariyle keyifli bir 3 saatçik geçirdiğimizi söyleyebilirim. Evet yanlış duymadınız oyun tam üç saat sürüyor! :) Son olarak oyundan bir replikle yazımı bitireyim:

"ŞİKİRPAREEEEEEEE..!"

Gidiniz ve izleyiniz. :)


22 Ocak 2017

52 Week Photo Challenge

Pazar günü evimizde öyle huzurlu huzurlu otururken ve blogları karıştırırken güzel bir şeye denk geldim ve düşündüm de katılmak oldukça keyifli olabilir. Her ne kadar düzenli okuyamasam da Fatoş çok güzel paylaşımlar yapıyor bloğunda. Ben de maalesef şimdi bahsedeceğim yazıyı ancak okuyabildim.
Hazır bu aralar çoğu blogda güzel bir çelınc almış başını giderken belki buna da katılmak isteyenleriniz olur. En azından benim için çok keyifli ve heyecanlı bir süreç olacak zira uzun zamandır adam akıllı bir şey yapmıyorum fotoğraf ile ilgili. Fatoş'un bloğuna ve şimdi bahsedeceğim 52 hafta sürecek olan fotoğraf meydan okumasının detaylarına şu linkten ulaşabilirsiniz.

"52 week photo challenge" Ocak ayının ilk haftasıyla başlamış bulunmakta. Ben maalesef yeni gördüm ama yine de katılacağım hih hih. İlk 3 haftaya dair elimde konuyla ilgili görsel varsa da paylaşacağım çünkü diğer haftalar olmasa bile ilk hafta önemli. İlk haftanın konusu bu yılın başlangıcında nasıl göründüğümüz, son soru da 1 yılın sonundaki halimiz olacağından o before-after durumunu merak ediyorum. :)

Pinterest sitesinde bu tarz çok fazla challenge konusu var 52 week.. ile başlayan. Buna rağmen ben Fatoş'un paylaşımını daha çok beğendim . Sorular çok zevkli. Her hafta o konuda bir şey çekip paylaşmak da beni heyecanlandırıyor şimdiden.
Gördüğünüz gibi günlük çelınclara çok düzenli katılım sağlayamıyorum. Haftalık olması o yüzden daha makul bir meydan okuma benim için. Adı üstünde "photo challenge" yani sadece fotoğraf da paylaşabilirsiniz ya da isterseniz altına birkaç şey de yazabilirsiniz. Aynı zamanda bunu blog üzerinden yapabileceğiniz gibi sadece instagram üzerinden de katılabilir #52weekphotochallenge etiketiyle paylaşabilirsiniz. :) He bir de Fatoş'un da yazısında belirttiği üzere hafta içerisinde istediğiniz bir gün paylaşabilirsiniz fotoğrafı. Belirli bir gün zorunluluğu yok ya da birebir yazan şeyin fotoğrafını çekmek zorunda değilsiniz. Size neyi çağrıştırıyorsa onu paylaşın. Yaratıcılıkta sınır yok! :)  Şimdi 1 yıl boyunca bizi bekleyen konu başlıklarına bir göz atalım. 


Firefly Lane övmek için geri dönmüş olabilir miyim?

Açtım beyaz bir sayfa başladım yazmaya. Seni çok özledim canım blog. Bu yazı nasıl başlar neye evrilir bilmiyorum. Tam şu anda geçen hafta b...